Yaşar Kemal, “Bu coğrafyada en zor üç şey; kadın olmak, çocuk olmak ve ağaç olmaktır…” der.

Gerçekten de her üçü için de zor bir şeydir bu coğrafyada olmak, doğmak ve yaşamak.

Çünkü her üçü de sahipsiz, her üçü de korunmasızdır.

O nedenle her üçünün de bu coğrafyada bulunmaları talihsizliktir!

 … …

Türk kadınının talihsizliğinin miladı; Türklerin yollarının,  Araplarla kesiştiği tarihtir.

Çünkü Türkler (ve İslamiyet’i kabul eden diğer uluslar), İslamiyet’in gereğinin de böyle olabileceği sanısıyla, “Arap Kültürünü(!)” de benimsemek durumunda kalmışlar; bu yanılgı, zaman içinde kadını, kadın olmaktan çıkardığı gibi, aklı da akıl olmak çıkarmış, akılları dumura uğratmış, düşünme ve uslamlama yollarını tıkamıştır.

O nedenle Dünya üzerinde kalkınmış, tek bir İslam toplumu yoktur.

Bu mantıkla da olması mümkün değildir.

Oysa İslamiyet, bu değildir.

Bilime, fenne ve irfana son derece yatkın olan İslamiyet; gerici, uyuşuk, tembel ve her konuda yobaz Arap Kültürüyle(!) bağdaşmayacak kadar önemli ve yüce bir dindir.

Kaldı ki, kadın, her dinde kadındır.

Erkek ne ise kadın da odur.

Dahası kadının ayrıcalığı ve önceliği vardır.

Kadın,  sadece ve sadece Arap’ın dünyasında insandan sayılmaz.

İslamiyet’te değil; erkek egemen Arap dünyasında, kadının adı yoktur.

Hani şu bizim İslamiyet’le, Arap kültürünü(!) birbirine karıştıran siyasilerimizin(!); “kutsal bir ad” zannıyla dillerinden düşürmedikleri, “RABİA” sözcüğü var ya; işte bu ad, sanıldığı gibi kutsal ve anlamlı, özel bir sözcük falan da değildir.

Rabia, Arapçada  “dördüncü” demektir.

Arap kültüründe(!), kız çocukları, insandan sayılmadığı için, kızı olanlar, kızlarına isim vermez numara verirler.

Vahide de isim değil, birinci demektir. İlk doğan kıza verilen numaradır.

Saniye de ikinci demektir, ikinci kızı olana verilen numaradır.

Selase ya da Bite isimleri üçüncü demektir, üçüncü doğan kızlara verilen numaradır.

Bu çerçevede Rabia da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaradır.

Arap ve Arapça hayranı bizimkiler, Rabia’yı çok mübarek ve  dini içerikli bir isim zannederler.

Bilmezler ki (ya da bilirler de bilmezden gelirler ki) Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye lüzum görmediği kız çocuklarına işte böyle numara takarlar; tıpkı otomobillere takılan plakalar gibi!

Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömen kültüre sahip tek millet Araplardır.

Bunun esas sebebi ise, tefecilerden, fahiş faizlerle aldıkları paraları ödeyememe durumunda;  karılarına ve kızlarına el koyup pazarlayan insafsız ve ahlaksız, tefeci Arap egemenlerinin eline düşmesinden korkan Araplar, yeni doğan kız çocuklarını diri diri toprağa gömerek bu akıbetten koruduklarını zannederler.

*    *    *

Peki Araplar böyleyken; o çağlarda Türkler nasıldı?
Türkler, çağlar boyunca,  kız çocuklarına ve hatunlarına değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan, komutanlar ve hakanlar gibi yetiştiren tek tanrılı dine mensup bir milletti.

Ve insan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş önder ve ender uluslardandı.

Eski Türkçede “namus” sözcüğü yoktu, çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi!

Türk geleneğinde kadın arkadaştı, yoldaştı…

Anneydi kadın…

Sevgiliydi…

Tek başına bir devletti.

(Ekli resmi iyi inceleyin) Bu resimde görünen hatun gibi her dem özgüveni olan bir kadındı.

Ne zaman ki Türkler, Müslüman oldu; Arap kültürünün(!) cenderesine girip Araplaştı; Kadın, kadın olduğuna bin pişman oldu!
Kadına el kaldırmak, kadın dövmek, kadını öldürmek; Türk erkeğinin, Arap kültürüyle(!) tanıştıktan sonra “kendisine verilmiş bir hak” olarak gördüğü insanlık dışı bir uygulamadır.

… …

Eski Türk kültüründe ve göreneklerinde kadın, her zaman el üstünde tutulurdu.

Cengizhan’ın eşi için söylediği şu söz, tarih sayfalarında yerini almış bir söylemdir.
“Ben sizin han’ınızım, bu da benim han’ım” …

Nitekim, “HANIM” sözcüğü de Ulu Han’ın bu söylemi sonucu türemiş bir sözcüktür.

Türkler, kendilerini Arap kültürüne kaptırıncaya kadar Türk kadınları hep EVLERİNİN HANI olmuştur.

Arap Kültürü(!) cenderesiyle erkeklerimizi, de, kadınlarımızı da, çocuklarımızı da rezil, rüsva ettik…