Dünkü yazımda türban konusunun bugüne kadar geçirdiği süreci anlatmaya çalışmıştım. Ve de “Peki, ‘Türban’ sorununun kaynağı nedir?” diye de bağlamıştım.

Evet, bu sorunun kaynağı nedir ve de bu sorunu besleyen olgular nedir?

Ülkede 1980’den sonra çok hızlı bir kentleşme başlamıştı. Kırsal kesim büyük ölçüde kentlere aktı. Nitekim bugün TÜİK verilerine göre kent nüfusu % 93 olarak göründü.

Ve de kentlerdeki plansız bir nüfus yoğunlaşması ile zaten var olan muhafazakârlık daha da artar, toplum hayatını etkiler oldu.

Elbette üniversiteye giden kız öğrenci oranı da yükselmişti. İslami değerleri yüksek aile çocuklarının kimi inançları, kimi geleneksel kültürü, kimi de siyasal nedenlerle hem günlük yaşamında hem de üniversite hayatında başını örtmek istemişti.

Ama laik kesim bu örtünmenin, devletin tüm kurumlarına, özellikle de ilk ve ortaöğretime yayılacağı inancıyla büyük bir endişe duydu. Çünkü türban ya da başörtüsü, irticai bir tehlikenin görüntüsü olarak okunmuştu.

Zaten ülkemizde irtica ve namus, her nedense kadın ve kızlarımız üzerinden okunmakta idi!

Oysaki “türban” olayı, inanç değerlerini de içine alan sosyolojik bir vaka idi. Ama o gün siyasal bir vakaya dönüştürülmüştü.

İşte bu dönüşüm ve bu oluşumlar üzerine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “öz eleştiriyse özeleştiri” diyerek önemli bir açıklama yapmıştı:

21 Kasım 2019 günü FOX TV'deki İsmail Küçükkaya'nın Çalar Saat Programı'nda, “Bizim, bir kabahatimiz oldu, CHP'nin, onu da söyleyeyim rahatlıkla. Öz eleştiriyse, öz eleştiri. Biz, bir başörtüsü meselesini Türkiye'nin bir numaralı sorunu haline getirdik” demişti.

* * *

Aslında başörtüsü sorunu, kırdan kente göçle daha da görünür olmuştu.

Çünkü bu göçte, yalnız yorgan alınıp gelinmedi. İnancı, kültürü, giyimi, kuşamı, yani tüm yaşam biçimi de taşınmıştı kentlere.

Kentlerin sosyolojisi büyük ölçüde değişmiş, muhafazakârlık toplumsal hayata müdahil olur, siyaseti etkiler olmuştu.

Sonuçta yükselen muhafazakârlığın, toplumsal ve siyasal hayata müdahil oluşu ve üniversitelerde başlayan “başörtüsü” sorunu, birbirini besleyen ve de üreten olgular oldu.

Laiklik vurgusu yüksek olan kesim ve de özellikle CHP, olayın yalnız siyasal yönüne bakmış bu olguları, Cumhuriyete duyulan bir itiraz olarak okumuştu.

Ama bugün, bazı endişelerde haklı olunmakla birlikte AKP, CHP, MHP, HDP ve İYİ Parti, yani mecliste grubu bulunan ve Türkiye nüfusunun % 99’unu temsil eden tüm siyasi partiler, türban ya da başörtüsünün serbest olmasında aynı fikri paylaşmışlardır.

* * *

Bundan 11 yıl önce de aynı görüşler, aynı fikirler paylaşılmıştı.

Nitekim 2010 yılında:

AKP, “Başörtüsü sorunu çözülmeli, üniversitelerde serbest bırakılmalı, kız öğrencilerimizin öğrenim hakkı elinden alınmamalı” demişti.

MHP, “Çözülmeli ve üniversitelerde serbest bırakılmalı” demişti.

HDP’nin öncesi olan ve o gün mecliste temsil edilen BDP (Barış ve Demokrasi Partisi), “Çözülmeli ancak Kürt halkının bir kısım talepleriyle birlikte ele alınmalı” demişti.

CHP ise Kılıçdaroğlu'nun ifadesiyle türbana karşı olunmadığı söylenmiş, “Bu sorun çözülmeli ve de bu sorunu ancak CHP çözer” denilmişti.

Yani 11 yıl önce de mecliste bulunan tüm siyasi partiler, “türban” sorununu çözmek ister görünmüştü.

Nitekim bugün de meclisi oluşturan CHP dahil tüm siyasi partilerin, ya türbanlı milletvekili ya parti meclisi üyesi ya da çok sayıda türbanlı üyeleri olmuştur ve de olmaktadır.

Yani siyasi partiler bu konuyu aşar olmuştur.

Ve de mecliste parti kimliği ile “türbana hayır” diyen bir siyasi parti kalmamıştır.

Çünkü biz ne dersek diyelim, bu toplumun kültürel mayasında imparatorluk kültürünün, doğu kültürünün, batı kültürüyle harmanlanmış bir sentezi vardır.

* * *

İşte bu nedenlerle bir sormak gerekir:

-Sayın Fikri Sağlar’ın söylemek istediğinin ötesinde yorumlanabilen sözlerini, yeniden bir siyasi kavganın içine çekmenin bu topluma ne faydası olacaktır?

-Türban ya da başörtüsünü savunmayı ya da karşısında olmayı, bir siyasi ihtiras haline getirmenin, kızlarımız üzerinden siyaset yapmanın siyasete ne katkısı olacaktır?

-Ve de bu kavgayı, özellikle yeniden siyasi bir kamplaşmanın aracı yapmanın Türkiye’ye ne getirisi olacaktır?

Elbette, bunun Türkiye’ye hiçbir yararı, hiçbir getirisi olmayacaktır. Ama Türkiye üzerinde hesabı olanlara olacaktır.

Ve de onlara “Menemen Olayı” gibi, “15 Temmuz Kalkışması” gibi fırsatlar yaratacaktır.

Bu nedenle siyasi kimlikler ve genelde siyaset, bu oluşumları iyi okumalı ve de siyasi dilini de terbiye etmelidir.