Dün aynı başlıkla yayımlanan yazım, 25 Eylül 2000 tarihinde yazılmış ve yayımlanmış bir yazıydı.

O yazımın, bu yazımla ilişkisi olduğu için, (yine) yayımını istedim.

Anılan yazımda; ülkemizin malum evrendeş (kozmopolit) yapısını vurgulamış; toplumbilimcilerin “renkli bir mozaik” olarak nitelediği bu yapımızı, pek çok ayrı ulustan, dinden ve de dünyevi görüşten yurttaşlarımızın oluşturduğundan söz etmiş; “bu mozaiğin çatlamaması, kırılmaması için, birbirimize eşduyumla (empati) yaklaşmalıyız” demiştim.

O günden bugüne değişen hiçbir şey yok. Hâlâ aynı kaos, hâlâ aynı karmaşa, hâlâ aynı huzursuzluk. Aynı fitne, aynı fücur.

Artık önyargılı yaklaşımları, “benim ya da bizim dediğimiz doğrudur” dayatmalarını terk etme zamanımız geldi ve geçiyor.

Bu coğrafyanın yadsınamaz, görmezden gelinemez pek çok gerçeği var.

Biz yadsısak bile, biz görmezden gelsek bile, küreselleşen dünyanın küreselleşen kurumları, bu gerçekleri çomak gibi gözümüze sokuyor.

Kaldı ki, küreselleşen dünyanın küreselleşen kurumlarına da gerek kalmadan, torunlarımız sokacak o çomağı yakın zamanda...

Artık gereksiz yere sorun yaptığımız sorunlarımızı(!), sorun olmaktan çıkarmalıyız.

Ülkemiz, tarihsel bağları, evrendeş yapısı, coğrafi konumu nedeniyle, yönetilmesi, elbette zor bir ülke.

Ama pek çok şeyi de biz zorlaştırıyoruz.

Örneğin?

Örneğin, Kürt sorununu...

Örneğin artık giderek komikleşmeye başlayan türban sorununu... Örneğin Sünni Alevi sorununu...

Bunlar elbet önemli sorunsallarımız. Ama biraz da biz, içinden çıkılmaz hale getiriyoruz...

Oysa olaylara biraz eşduyumla yaklaşabilsek; olaylara karşılıklı olarak, birbirimizin bakış tarzıyla bakabilsek; olayları, birbirimizin algılamaya çalıştığı gibi, yaşadığı gibi algılamaya, yaşamaya çalışsak; karşılıklı olarak birbirimizin rolünü oynasak; gözlüklerimizi değiştirip olaylara öyle baksak, biraz hoşgörülü olsak; on yıllardır sorun yaptığımız sorunların, hiç de sorun olmadığının ayırdına varacağız.

Bunlar çözülmeyecek sorunlar değil, yapay sorunlar.

Bu topraklar hepimizin. Hepimize yeter. Hepimizi geçindirir, hepimizi mutlu eder.

Yeter ki birbirimize saygılı olalım.

Bu topraklarda yaşayanların genel adı Türk’tür. Alt kimliği Kürt’müş, Çerkez’miş, Arnavut’muş, Rum’muş... Kime ne!... Sana ne!...

Örneğin ben... Ben alt kimliğimle, üst kimliğimle, her şeyimle Türkoğlu Türk’üm. İsterim ki herkes, benim gibi Türkoğlu Türk olsun... Ulusuyla övünsün, diliyle övünsün. Türkçe, Dünya dili olsun.

Ben istedim diye ya da biz istedik diye böyle bir şey olabilir mi!?... Hangi yüzyılda yaşıyoruz...

“Ben Kürt’üm, ben Çerkez’im, ben Yahudi’yim, ben Süryani’yim...” diyene ya da olana; tepki gösterme, boğazını sıkma, onun yaşam hakkını kısıtlama hakkımız olabilir mi!?...

Kime ne benim Müslümanlığımdan, sana ne komşunun Aleviliğinden ya da tanrıtanımazlığından!?...

“Adam gibi adam mı, yurtsever mi, topluma yararlı mı, üretken mi?...” seni, beni, onu, bizi o ilgilendirir...

Gerisi gereksiz söz, gereksiz ayrıntıdır...

Bakın Amerika’ya... 49(!) milletten oluşuyor. İzlemiyor musunuz?... İngiliz’i, İrlandalısı, Kızılderili’si, Arab’ı, Türk’ü, Rus’u, Eskimo’su, Japon’u, Moğol’u, Yahudi’si, Alman’ı, Afrikalısı, Hıristiyan’ı, Müslüman’ı, zencisi, beyazı, sarı derilisi... Tümü de USD yurttaşı olmakla nasıl övünüyor...

USD ulusal marşı çaldığı zaman, hep birlikte nasıl gözyaşı döküyorlar. Konu Amerika olunca, nasıl yekvücut oluyorlar.

Onlarda ya da diğer gelişmiş toplumlarda, (özel olaylar ayrık) neden bu tür aptal çatışmalar olmuyor!?...

O toplumlarda, neden bizdeki kadar yoğun sıkıntılar yaşanmıyor!?...

Biz de aşmalıyız bu tür konuları.

Örneğin türban sorunu...

Artık bu konu, Türkiye’nin gündeminden çıkmalı.

Bırakalım yakalarını, nasıl istiyorlarsa öyle giyinsinler.

Haa bu tavrım, benim, “türbanın, simge olduğu” konusundaki görüşümü değiştiriyor mu?

Hayır.

Bu konuda dün ne düşünüyorsam, bugün de aynı şeyi düşünüyorum.

Türban, Siyasal İslam’ın simgesidir.

Ancak bugün o kandırılmış, masum kitle; anlamsız baskılar ve tepkisel koşullanmalar nedeniyle, öyle bir boyuta ulaşmıştır ki; bu zihniyetin kısa vadede iknası, atomu parçalamaktan bile çok daha zordur.

Milyonlarca insanımız bugün bu durumdadır. Bu insanları yok sayabilir miyiz?

Artık bu konuları kaşımanın, ya da kaşınmasına izin vermenin mantığının olmadığını düşünüyorum.

Bırakalım zaman çözsün olayı.

Olaylara eşduyumla yaklaşın, siz de aynı sonuca varacaksınız.

Toplumsal huzuru yakalamamız için başka bir seçeneğimiz de kalmadı çünkü.