Bir ülkede toplumsal barış nasıl sağlanır?

-Öncelikle inançlara saygıyla...

-Kimliklerin kabulüyle...

-Tüm farklılıkların toplumsal bir zenginlik olarak görülmesiyle...

-Milli gelirin adil paylaşılmasıyla...

-Özellikle adalet ve adalet duygusunun yerleşmesiyle...

-Kısaca, demokratik toplum yapısının inşasıyla...

-Ve de elbette hoşgörüyle...

Peki, ülkemizde durum böyle midir? Hayır...

Sünni toplum Alevi toplumla kardeş kardeş yaşıyoruz diyor! Ama bir koşulla: Alevi'nin İslâmi kimliğini kabul etmeyerek...

Ulusalcı bakış Kürtlerle kardeşiz diyor. Ama bir koşulla: Kürt kimliğini kabul etmeyerek... Hatta Kürt'ü Türk yaparak...

Neden herkesi Türk yapma gibi bir saplantımız var? Bilemiyorum.

Siyasi partiler, demokrasinin olmazsa olmazlarıdır deniyor. Ama sabahtan akşama birbirine küfrediliyor, hakaret ediliyor. Yani siyaset, olmuş düşman kampları.

Ve de ülke adeta ikiye yarılmış; Türkiye'nin doğusu batıyı anlamıyor, batısı doğuyu anlamıyor.

Laik kesim muhafazakârla birlikte yaşamak istiyor, ama kendisi gibi olursa...

Muhafazakâr laikle birlikte yaşamak istiyor, ama kendisi gibi olursa...

Evet, herkes toplumsal barış istiyor ama karşıdakinin kimliğini kabul etmeyerek... İşte böyle bir toplumsal barış var bu ülkede!

Daha da tehlikeli olanı, uyanmış ya da uyandırılmış kimliklerle, toplumu bir arada tutar gözüken üst kimlik bağlarının giderek zayıflar olması; devletin ve toplumun bir kimlik bunalımı ile boğuşur olması.

Peki, neden ülke bu duruma gelir oldu? Neden toplumsal bağlar çözülür oldu?

Çünkü:

"Sınıfsız ve imtiyazsız" bir toplum yaratmak için sosyal sınıflar,

"Laik bir devlet" yaratmak için din ve kültürel farklar,

"Tek bir etnik kökenden" gelme iddiasıyla farklı kimlikler yok sayılır oldu bu ülkede.

Ve de her nedense, bu ülkede bir yüzleşme kültürü gelişmedi. Çorum, Maraş, Sivas katliamlarıyla yüzleşip, halkıyla barışılmadı.

Sonuçta:

-Halkından korkan bir devlet,

-Devletinden korkan bir halk yaratıldı bu ülkede.

-Ve yoksulu ezen, zenginin karşısında ayağa kalkan devlet yönetimi.

-Ve sağlığında vermediği değeri ölünce vermeye çalışan, yani ölü seven bir toplum.

İşte, böyle bir toplum yapısı oluşturuldu bu ülkede. Değişmesi ve değiştirilmesi gereken bir toplum yapısı...

Üstelik yıllarca korku üretildi bu ülkede. Ve de korkularla yönetilir oldu bu toplum.

-Komünizm gelecek korkusu...

-Şeriat gelecek korkusu...

-Darbe korkusu...

Ve korkularla yaşamaya alıştırıldı, korkularıyla kamplara ayrıldı bu toplum. Ve de korkusundan korkar oldu bu toplum.

Yargı, yargıdan korkar oldu. Aydın, düşüncesinden korkar oldu. Yazar, yazdığından; şair, şiirinden korkar oldu. Ve bu korkular toplumsal barışın önündeki en büyük engel oldu.

Peki, bu ülkede toplumsal barış olmaz mı, olamaz mı? Elbette olur ve de olabilir. Ama bir koşulla:

-Yukarıda söylediklerimizin hepsi tersine çevrilebilirse.

-Siyasi liderlerimizin küfür söyleyen ağızları kapatılabilirse.

"Özellikle Türk-Kürt, Alevi-Sünni, laik-anti laik eksenine oturmuş kimlik bunalımı aşılabilirse.

-Zayıflamış ve çözülme eğilimi gösteren toplumsal bağlar, erozyona uğramış aidiyet duygusu yeniden güçlenebilirse.

-Yani, birbirini ötekileştirmeyen bir zihniyet değişimi olabilirse.

Ve tüm bunlar, toplumsal bir sözleşme olan "anayasa" ile yeterli güvenceye alınabilirse.

Ve de özellikle bu ülkeye ve bu topraklara, çağlar önce Mevlana'nın, Hacı Bektaşi Veli'nin, Yunus Emre'nin ektiği toplumsal hoşgörünün tohumları canlanabilirse.

Evet, elbette çok zor... Ama bu ülkenin geleceği için olması gereken bir zor...