Bir milletin, bir devletin, iç ve dış düşmanları başta terör ve diğer yöntemlerle düşmanlıklarını iki durumda yoğunlaştırırlar ve çoğaltarak devam ettirmek isterler.

Birincisi; Bir miletin iç ve dış düşmanları, düşmanlık besledikleri milletin en zayıf ve aciz anından yararlanarak başta terör olmak üzere çeşitli entrikalarla, hilebazlıklarla o milletin egemenliğine son vermek için düşmanlıklarını bütün güçleri ile kullanırlar. Örnekleme yaparsak, batı emperyalizmi ve Haçlı zihniyeti İslam dünyasına olan düşmanlığını; (kendine köle olan İslam devletleri hariç) hiçbir zaman bırakmamıştır. Bazen düşmanlığı menfaatleri gereği külleseler de hiçbir zaman söndürmemişlerdir. Bu düşmanlık 1071’de Alparslan’ın Anadolu’yu Türk yurdu haline getirdiği günde başlamış, 1453’de Osmanlı’nın, Fatih’in İstanbul’u fethi ile sönmeyen bir alev, ateş halini almış, o gün bu gün Batı bu milleti Anadolu’dan sürüp çıkarmak için bin yıla yakın bir zamandır çaba harcamaktadır. Bu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Yüreklerimizi yakan terör belası da yine müstevli emellerinin, arzularını gerçekleştirmek için satılmış terörist uşakların melanetleri hep aynı düşmanlığın uzantılarıdır.

Haçlı zihniyeti cihan imparatorluğu olan 650 sene cihan hakimiyetini elinde bulunduran ecdadımız Osmanlı’yı içten ve dıştan yıkmak bu milleti Anadolu’dan atıp Asya steplerine sürmek için yüzyıllar boyu uğraşmışlar, yirminci yüzyılın başlarında koskoca Osmanlı devletini zayıf adam, hasta adam durumuna düşürmüşler, Osmanlının en zayıf anında ve en zayıf yerinden yaralamışlar, koyun sürüsüne saldıran kudurmuş kurt sürüsü gibi koskoca devleti aralarında pay etmek suretiyle parçalayıp bölüşmüşler, Anadolu’da Çorum-Yozgat-Ankara-Çankırı-Kayseri-Niğde-Nevşehir gibi 8-10 vilayet hariç 25 milyon km2’lik koskoca Osmanlı devletini pay etmişlerdir ve bunun adına da Sevr Anlaşması adını vermişlerdir. Sevr Batılı emperyalistlerin hazırladığı, bu milletin idam fermanıdır. Bu fermanı başta Yunan, İngiliz, Fransız, İtalyanlar, Ruslar ve Ermeniler hazırlamışlardır.

Büyük Atatürk’ün ifadesi ile “Bütün bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklalini ve cumhuriyetini korumaktır.” Yani, ey Türk milleti, bu caniler sizi idam sehpasında elinizi kolunuzu bağlasalar ve sizi asmak üzere olsalar dahi, senin vazifen bu kutsal atanı ve aziz yurdu korumaktır, demektir. İşte büyük Türk komutanı, cesur yürek Mustafa Kemal Atatürk 19 Mayıs 1919’da Türk gücünü şahlandırmak için Samsun’a ayak basmış, sonra Amasya, Sivas, Erzurum kongreleri ile bu milletin “Ya istiklal, ya ölüm” sloganı ile Kurtuluş Savaşımızı başlatmıştır.

7’den 77’ye bir millet varoluş savaşı vermiş, yüzbinlerce şehit verilerek, zafer üstüne zafer kazanan bu millet Osmanlının enkazından yeniden Türkiye Cumhuriyeti Devletini inşa ve imar etmiştir. İstiklal Savaşımız 9 Eylül 1920’de Yunan’ın İzmir’de denize dökülmesi ve şerefsizliği şeref edinen ezeli düşmanlardan bu yurdu temizlemiş, 29 Ekim 1923’de ebediyen yaşayacak olan Cumhuriyet idaresini dünyaya ilan etmiştir.

T.B.M.M.nin bu ilanı ile bir milletin dirilişi örnek olarak dünya milletleri arasındaki onurlu yerini almıştır. Elbette ki bu iş kolay olmamış, yüzbinlerce şehidin ve milyona varan düşman askerinin kanı akmıştır. Böylece ölmeyi bilmeyenlerin, ölümü göze alamayanların yaşamaya hakkı yoktur gerçeği bir kez daha anlaşılmıştır Sadece Çanakkale’de 53 bin şehit verildiği resmi kayıt ise kaydı bile olmayan binlerce kefensiz yatan vatan evladı can vermiş ama vatana da can vermiş ve onu diriltmiştir.

Netice, devletimizin ve cumhuriyetimizin kuruluşu ulu önder Atatürk’ün önderliğinde yeni bir anlayış, ilim, fen ve teknolojik gelişmelere açık, Osmanlının kucaklayıcı şefkati, Türklük gurur ve şuuru, islam ahlak ve fazileti, garp medeniyeti anlayışı ile muasır milletler medeniyeti seviyesine ulaşmak amaç edinilmiş ve yola devam edilmiştir.

“Harbin –savaşın- kazananı yoktur. Öyleyse ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.” fikrini çöpe atarak herşeye hazırlıklı olmak, caydırıcı gücü elde etmek kaydıyla yurt ve dünya barışını hedefleyen bir temele bu devlet oturtulmuştur.

Ne yazık ki, bütün bu olumlu düşüncelere sahip olan devlete ve bu millete, kin ve düşmanlıkları bitmeyen Batının sömürgeci ve haçlı kindarlığı hiç bitmemiş, çoğalarak devam etmiştir. Ne zaman Türkiye Cumhuriyeti Devleti ön plana çıktıysa hemen önü kesilmek istenmiştir. 55 senedir bu millet Avrupa Birliği kapılarında bekletilmiş ve birliğe kabul edilmemiştir. Öte yandan yeni olan ufak devletler anında birliğe üye edilmişlerdir. Bu zihniyetin gizli ve kirli yüzünü hiçbir kanıt olmasa bile bu olay göstermeye yetecektir.

Son 15 senedir de bu düşmanlık açıkça su yüzüne çıkmış, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirme planı olan Şark meselesini fiilen uygulamaya koymuşlardır. Irak, Suriye, İran ve Türkiye’yi hedef alan, bölüp parçalayıp, ufak devletçikler kurdurarak başta İsrail’in güvenliğini garantilemek, Ortadoğunun zengin petrolüne sahip olmak, Ortadoğuyu Hıristiyanlaştırmak ve sömürge haline getirmek amaçlarını böylece gerçekleştirmiş olacaklardır. Bugünkü Ortadoğu’da oynanan kirli oyun bunun içindir.

İşte kırk senedir başımıza bela edilen PKK ve bugün buna eklenen PYD, PJK, DEAŞ, sol iç fraksiyonlar ve diğerleri, Avrupa’nın, ABD’nin şark meselesi projelerinin uygulamaya koymalarının sonucudur. Piyon terör örgütleri batı emperyalizminin hain uşaklarıdır. Para ile satın alınmış ve uyuşturulmuş köleleridir.

(SÜRECEK)