Bu ülke, Türk’üyle, Kürt’üyle ve diğer tüm etnik unsurlarıyla birlikte hepimizindir.

Her şeye karşın, inatla, böyle düşünmek, olaylara böyle yaklaşmak zorundayız. Çünkü başka yolu da, başka çözümü de yok bunun.

Böyle düşünmek, olaylara böyle yaklaşmak da yetmez; bunu doğru ve akılcı bir biçimde anlatmak da zorundayız.

Doğru ve akılcı bir biçimde anlatmak için de dünü ve bugüne bilmek zorundayız.

“Ucu açık”, cahilce sunulan açılım vaatlerinin, ülkeyi ne hale getirdiğini hep birlikte gördük.

Açılım, saçılımdan önce; “ne, niye, neden verilemez”, “ne, niye, neden yapılamaz”, “ne, niye, neden gerçekleştirilemez”,  “nelerden niye ödün verilemez”… bunları konuşmak, bunları açıklamak zorundayız.

Özellikle bu coğrafyada, “uçları açık”, hiçbir vaatte, hiçbir söylemde bulunulamaz.

Bulunulursa; işte birileri de çıkar böyle azar; işte böyle, ödün üzerine, ödün ister.

*   *   *

Gerçekleri, bilmek, görmek, kabul etmek ve kabul ettirmek zorundayız.

Söz konusu vatansa, söz konusu vatanın bütünlüğüyse, gerisi teferruattır.

Nedir teferruat olan şeyler?

Her şey…

Demokrasi de teferruattır, siyaset de teferruattır, insan faktörü de teferruattır.

Bu böyle düşünülmezse; 30 küsur yıl önce başlayan terör, bir 50 yıl daha sürer.

Bu vatanın bütünlüğüne kastedenlerini, bu vatanın masum insanlarının canını alanlarını, bu vatanın üretim araçlarını yakanlarını; bu toplumun bir kesimi lanetlerken, bir diğer kısmı da kahraman ilan eder.

Bir milletvekili çıkar, onlarca insanının canına kast eden terörist için, “Neden ikna etmediniz de, öldürdünüz?” der.

Bir milletvekili çıkar, onlarca, yüzlerce insanının canına kasteden teröristi (ya da teröristleri)  saklamaya, yurt dışına kaçırmaya çalışır.

Yani?

Yani, bu çatışma sürer gider. (Tabii bu arada, ortada vatan diye bir şey kalırsa…)

*   *   *

Çünkü böyle bir toplumda, böyle bir düzende, böyle bir mantıkta herkes haklıdır! Herkes, her bir şeyi yapmakta ve istemekte, kendini haklı görür.

Kendi varlık nedenini borçlu olduğu kişi ya da kişilere, dil uzatır.

Kimse kimseyi tanımaz.

Kimse kadir kıymet bilmez.

Cehalet diz boyudur.

Ağzı olan konuşur.

Herkes ister, ister, ister… Sadece ister.

Ödün üzerine ödün ister.

*   *   *

İleriyi göremeyen, sorumsuz siyasiler, “yakında çok güzel şeyler olacak” hayalleriyle, ülkeyi, ne yazık ki bu hale getirdiler…

Azılı Kürt milliyetçilerini umutlandırıp, azdırdıkça, azdırdılar.

Onları azdırırken, gerçek yurtseverleri susturdular...

Karşı çıkanları faşist; açılım densizliğiyle ortalığa dökülenleri, demokrasi havarisi ilan ettiler..

“Biz Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda birlikte savaştık, birlikte çarpıştık…” edebiyatı başlattılar.

Onlar böyle ödün üzerine ödün verdikçe; birileri de çıkıp,  “Bu ülkeyi birlikte kurduk, Atatürk’ün bize vaatleri vardı…” demeye başladı.

Tarihi gerçekleri bilmeden, bu gerçekleri topluma anlatmadan, Kürt Sorununun çözülmesi mümkün değildir.

Öyle bir hale geldik ya da getirildik ki; “Aman Kürt kardeşlerimiz alınır, aman Kürt kardeşlerimiz rencide olur, aman daha çok azarlar…” diye hiç bir şeyi konuşmuyor, konuşamıyor, tartışamıyoruz…

Yıllardır, bir yandan İstiklal Savaşını sürdürmüş, bir yandan Kürt İsyanlarıyla boğuşmuşuz.

Lafa geldi mi; birileri çıkıp,  “Kurtuluş Savaşını birlikte yaptık.” diyor.

İşte, tarihi gerçekleri ortaya koyan tablo ve haritalar.

İnceleyin o haritaları, inceleyin o tabloları yorumu siz yapın.

Her şey bu tablolarda, bu haritalarda gizli.