Basına yansıyan olumsuz haberler nedeniyle cemaatler ve tarikatlar yine gündem konusu olmuştur. Aslında Cumhuriyet’in kurulduğu günden bu yana da sürekli gündemde kalan bir konudur bu.

Ve de 97 yaşındaki Cumhuriyet’in 97 yıldır çözemediği bir konudur.

O halde bu oluşumun nedenleri nedir? Neden sürekli gündemdedir? Neden sürekli tartışılan bir konudur? Bilebildiğimiz kadarıyla bir bakmak gerekli olmuştur.

***

Muhafazakârlık ilk kez 1789 Fransız devrimiyle ifade edilmiştir.

Kapitalist sınıfın aristokrasiyi tasfiye etmesiyle başlayan dönemde, değişime karşı olan aristokrasinin değerlerini savunan anlayış, siyasette muhafazakârlık olarak şekillenmiştir.

Ve kapitalist süreç içinde, radikal değişimlere ve toplumcu siyasetlere karşı duran bir anlayış olarak siyasi hayatta yerini almıştır.

Yani Avrupa'da muhafazakârlığın sınıfsal bir özelliği vardır.

Ama İslam dünyasında muhafazakârlık, daha çok moderniteye karşı olma temelinde kendini ifade etmiştir. Yani muhafazakârlık İslami bir tavır alış, İslamcı bir duruş olmuştur.

Türkiye'de ise Osmanlıdan devralınan muhafazakârlık özellikle laik yaşama, laik eğitime ve genelde laik devlet anlayışına karşı bir duruş olarak görünmüştür.

Ama ülkemiz için en tehlikeli görüntü, muhafazakârlığın cumhuriyet karşıtı, laikliğin İslam karşıtı gibi yansır ve algılanır oluşu ve de toplumun bu temelde yarılır oluşudur.

***

Peki, Türkiye'de muhafazakârlığı besleyen değerler nedir?

Öncelikle 620 yıllık bir imparatorluğun, 400 yıllık bir hilafet dönemiyle oluşturduğu toplumsal yaşam biçimi, bu toplumun muhafazakârlığını besleyen ana damardır.

Ayrıca:

-Cumhuriyet aydınlanmasının kırsal kesimlere yeteri kadar ulaşamamış oluşu…

-1923'ten bugüne cumhuriyete duyulan itirazların giderilememiş oluşu…

-Özellikle de çok partili sisteme geçilmesiyle inançların siyasette kullanılır oluşu…

Yani bu olgular Türkiye’de muhafazakârlığı besler olmuştur.

Devam edelim:

-Anadolu sermayesinin İstanbul sermayesine karşı, İslam'ı yapıştırıcı bir güç olarak kullanır oluşu...

-Batı’da 400 yıllık bir Rönesans döneminin oluşturduğu değerleri, bu ülkeye taşırken duyulan tepkilerin İslamcı refleksleri yükseltir oluşu...

-Soğuk savaş döneminde Batı emperyalizminin, Sosyalist Sisteme karşı İslam’ı bir kalkan olarak kullanır oluşu...

-Ve de iktidarın söylemlerinde din eğitimine yoğun vurgu yapmasının, muhafazakârlık katsayısını daha da yükseltir oluşu...

Ülkemizde muhafazakârlığı daha da besler olmuştur.

Sonuçta muhafazakârlık, toplumsal ve siyasal olarak görünür, toplumsal ve siyasal olarak yaşanır olmuştur.

Şerif Mardin bu olguyu, “Öğretmen imama yenildi” diye ifade etmişti. Ki, bu ifadede öğretmen cumhuriyet aydınlanmasını, imam muhafazakârlığı temsil anlamında idi.

***

Ama bilinmelidir ki inanç eksenli muhafazakârlık, tarikat ve cemaatlerin hayat bulduğu toplumsal bir havuzdur.

Bu, İslamiyet’te böyledir; Hıristiyanlık ve Musevilik’te de böyledir.

Ve de bu oluşumlar kontrol edilebilir, denetlenebilir ama yasaklamakla önlenemediği, önlenemeyeceği de bir gerçektir.

Peki, neden?

Çünkü İslam toplumu Rönesans’ını yaşamadı, yaşayamadı, yaşatılmadı.

Çünkü Batı emperyalizminin sürekli müdahalesi sonucu, İslam ülkeleri kendi iç dinamikleriyle değişimini yaşayamadı.

İşte bu yaşanmamışlık, İslami cemaatlerin ve İslam dokulu tarikatların varlık nedeni oldu.

Ve de kapitalist girdiler ve kapitalist ilişkiler, tarikat ve cemaatleri ekonomik faaliyetlerin de içine sokar oldu.

***

Sonuç olarak diyebiliriz ki;

-Kişiyi bir dayanışma güdüsüyle tarikata ya da bir cemaate girmeye zorlayan nedenler görülebilirse…

-Toplumda, cemaat kimlikli bir kümelenmeyi zorlayan sosyolojik zorunluluklar giderilebilirse…

-Siyaset, cemaatlerden ve tarikatlardan siyaseten beslenmeyi bırakabilirse…

-İnanç eksenli muhafazakârlığı besleyen nedenler doğru okunur ve bu nedenler ortadan kaldırılabilirse…

Özet olarak, ülkede yeni bir aydınlanmanın fitili yakılabilirse…

Bugün tarikat ve cemaatlerin havuzu olan muhafazakârlık, elbette kendi iç dinamikleriyle bir değişim yaşayabilecektir, cumhuriyet değerleriyle de buluşur olabilecektir.