Eledim, eledim öllük eledim,
Aynalı
beşikte bebek beledim.
Yok,
olmakta olan meslekleri inadına sürdürmeye çalışanları fotoğraflarla
belgelemeye çalışıyoruz. Çok değil otuz yıl öncesinde bütün köylünün yaptığı
işleri günümüzde birkaç kişi yapmaya çalışıyor. Yapılan işin karşılığında ele
geçen para yok denecek kadar az. Çiftçilik, hayvancılık gibi işlerle
uğraşmasalar deyim yerindeyse aç kalacaklar. Onlar için önemli olan baba
mesleklerini ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek. Konuştuğumuz ustalar bazı
küçük değişiklikler olsa da mesleklerini en az dört kuşaktır sürdürüyorlar.
Önceki
yazılarımda değinmiştim. İskilip köyleri birer fabrika gibi çalışıyor. Ormanla
bütünleşen köylüler ağaçları yakıp tarla açmak yerine ağacı işleyip ona hayat
vermişler. Plastiğin icat olmadığı; aslına bakarsan yaygın olmadığı dönemde “Beşikten mezara kadar” deyimi yaygın olarak
kullanılırdı. Bebek doğar beşikte büyütülür. Halı dokunurken, tarla sürülürken,
kısaca insanın yaşamı süresince ağaçtan yapılma ürünler kullanılırdı.
Günü,
saati geldiğinde mezara tabutla taşınırdı. Plastiğin yaygınlaşmasıyla birlikte
ağaçtan yapılma ürünler birer ikişer aramızdan ayrıldı. Plastik kapların, su
içmek için kullandığımız pet şişelerin çam ağacından yapılma seneklerin,
fıçıların, testilerin yerini tuttuğunu zannetmek akıllı işi değil.
Ahşap
ürünlerin yaygın olduğu dönemlerde İskilip’in köyleri ürün yetiştirebilmek için
gecelerini gündüzlerine katarmış. Çocuk, çevresini tanımaya başladığında
evlerinde yapılan çıkrıkları beşikleri görürmüş. Büyüklerine özenip onların
yaptıklarını yapmaya çalışırken mesleklerini öğrenirmiş.
Konuyla
ilgisi yok ancak yazmadan geçemeyeceğim. Sungurlu ilçesinin köylerinden
İstanbul’a giden hemşerilerimiz evin bir odasını işyeri gibi kullandılar. Ülkemizin erkek çorabı
üretiminde söz sahibi oldular. Özellikle Sungurlu’nun İnegazili köyü bu
çalışmaya önderlik yaptı.
Aluç
köyünde iki ayrı ustanın dükkanında fotoğraf çekimleri yaptık. Diğer köylerde
olduğu gibi yine güler yüzle karşılanıyoruz.
Zamanımız oldukça sınırlı olduğu için hemen fotoğraf çekimlerine
başlıyoruz. Sıcak bir sohbet ortamında birçok yerleşim yerinde asla
bulamayacağımız el sanatlarını fotoğraflıyoruz.
Adem
Köse’nin çalıştığı yer, tıpkı mobilya üreten bir atölye gibi. Aralarında tek
fark, küçük olmasıdır. Köylüler kışın ısınma sorunlarını da dikkate aldıkları
küçük bir odayı atölyeye çevirmiş olabilirler. Bir zamanlar hatırı sayılır
kazanç getiren meslekleri bu günlerde can çekişiyor. İnsanlar aradaki farkı
anlamış olsalar insanlar binlerce yıldır kullanılan ürünlerden asla
vazgeçmeyecekler.
Atölye
küçük olduğu için sırayla fotoğraf çekiyoruz. Atölyeden çıktığımızda Mehmet
Köse’yle sohbet ediyorum. Üç kuşaktır sürdürülen mesleği, oğluna öğretmiş
olmaktan gurur duyuyor.
Ürettikleri
beşikleri satmak için Sungurlu’ya Çankırı’nın köylerine satmak için
giderlermiş. At arabalarıyla, eşeklerle taşıdıkları ürünleri toptancılara satıp
tekrar yola düşerlermiş. Günümüzde birkaç kişi dışında kimse bu işlerle
ilgilenmiyor. Köylüleri büyük şehirlere gitmek zorunda kalmışlar. Köyler
boşalmış.
Anlattıklarına
göre Ahmet Çavuş, heğe koyup 25 tane beşik satarmış. Şimdi bu beşikleri satın
alan yok. Çocuklar için oyuncak şeklinde beşik yapmışlar. Süs eşyası, oyuncak
olarak satışa sunulan beşiklerin yüzüne bakan yok.
Bir
zamanlar Sungurlu’nun İnegazili Köyüne kadar gidip çıkrık satmışlar. Bedensel
özürlülerin kullandığı ‘kağnıcak’ denilen araçlar yapmışlar
Ses
kayıt cihazım olmadığı için tuttuğum notları yazıya dökmeye çalışıyorum. Aluç
köyünden Hasan Çavuş’un icadı olan tokmaklı kağnı, çocukların vazgeçemeyeceği
bir oyuncak. Ustamın anlattıklarına göre
rahmetli Hasan Çavuş’un yolu çeltik fabrikasına düşmüş. Çeltiği işleyen
makineleri incelemiş. Köyüne döndüğünde o makinelerden esinlenerek Tokmaklı
kağnıyı icat etmiş. Adını dahi duymadığımız birçok zeki insan bir şekilde
aramızdan ayrılmış. Zamanında onların değerini bilmiş olsaydık, ekonomik alanda ülkemiz çok daha iyi bir
yerde olurdu.
Bu
türden insanları dışlamışız, adını “deli” koymuşuz! Onlara deli diyenlerin ne
kadar akıllı olduğunu artık anlamaya başladık.
Hasan
Çavuş’un torunları Ankara’da mobilya sektöründe kullanılan tornaları üreten bir
işletme kurmuş. Anladığım kadarıyla tesadüfleri fırsata çeviren, bilgileri
kendisinden sonra gelen kuşaklara aktaran kişiler mesleklerinde başarılı
oluyor. Onların sayesinde çevresindeki insanlar da kazançlı çıkıyor.
Havan
ve ahşaptan korniş halkası yapan Adil ustanın
yanına geliyoruz. Zaman oldukça sınırlı. Bir an önce çekimleri yapıp İskilip’e dönmek
zorundayız. Plastik kornişler çıkınca onun işleri de ters gitmeye başlamış.
Tarihi evlerde, alışkanlıklarından vazgeçmeyen insanların evlerinde ahşap
korniş halkası kullanılıyor. Adil ustamız, sağlam olması için korniş yapımında
ceviz ağacını tercih ediyor
Mesleğine
15 yaşında Ankara Sitelerde başlamış. Köyüne elektrik gelir gelmez Ankara’dan ayrılmış.
Köyleri dolaşırken birbirinden ilginç detayları görüyoruz. Köylerden şehirlere
yoğun bir göç olduğu dönemde ustamız Mersin’e değil; tersine gitmiş!
Tuz,
benim bildiğim kadarıyla yiyeceklerde, yemeklerde kullanılır. Düne kadar kaya tuzunu özellikle büyük baş hayvanların
tuz gereksinimlerini gidermesi için kullanıldığını bilirdim. Hayvanların
bulunduğu yerlere büyük bir parça kaya tuzu bırakılır; hayvanlar da ara sıra
tuzu yalayıp tuz gereksinimlerini giderirler. Bu konuda çok az bilgimin
olduğunu İskilip’e gidince anladım.
Yakında
başka köylere gideceğiz, gittiğimiz yerlerde birileri anlatmış olsa kesinlikle
inanmayacağım yeni şeyleri öğreneceğim.