Şarkılar, Türküler ve Nüktelerle Türk-Amerikan İlişkileri


Mehmet Alkan ABD’yle İlişkilerde 1960’lı yılları anlatıyor…

“Aslında bu iyimser hava 1950’li yılların sonunda dağılmaya başladı. 1959 yılında Morrison olayı dediğimiz bir olay… Bir Amerikalı subayın bir kişiyi ezmesi, 10 kişiyi yaralamasıyla başlayan bir olay ve bu olay sonunda Amerikalı subayın hiç bir ceza almaması. Amerikan ilişkilerinde ilk kırılmanın, o bahar havasının artık bittiğine dair ilk işaretlerden biridir.”

Aslında Morrison olayı, Türk Amerikan ilişkilerinin bundan sonra yokuş aşağı bir seyir izleyeceğinin belki de ilk habercisidir. Amerikan karşıtlığı, 1960’ların başında önce Türk solunda belirmeye başlamıştır. Demokrat Parti iktidarının, Amerika’ya kayıtsız şartsız teslim olduğu ve Türkiye’yi NATO’nun fedaisi yaptığı söylenmiştir. Ancak, zamanın Amerikan Başkanı John F. Kennedy’nin, Atatürk’ün ölümünün 25. yılı nedeniyle yayınladığı ve bir plağa kaydedilen şu mesajı, Türkiye’deki Amerikan taraftarlarını kısa bir süre için de olsa rahatlatmıştır.

“Atatürk, Türkiye ve Birleşik Amerika arasındaki geleneksel dostane münasebetlerle yakından ilgileniyordu. O, demokrat hükümetlerimizi nazar-ı dikkate almış ve ileri bir görüşle ‘Şimdi dostuz, gelecekte çok daha yakın dost olacağız’ demişti. Atatürk’ün bağımsız bir Türkiye’de, hür ideallere bağlı bir idare kurulması için hazırladığı sağlam temel, şimdiki samimi anlaşmamızın dayanağıdır […] Ölümünün yıldönümünde bu büyük adamı saygıyla selamlarım.” John F. Kennedy

Atatürk’ün diplomatik bir cümlesi ABD tarafından Türk milletine psikolojik savaşın mermisi olarak geri dönmektedir. Her şey araçtır onlar için… ABD, bizi kendi önderimizin sözü ile bağlamaya çalışmaktadırlar.

Başkan Johnson’un Tehdit Mektubu

Başkan Kennedy’nin ani bir suikastla öldürülmesi Türk halkını üzmüş, ancak Kennedy’den sonra Başkan olan Johnson’un 1964’te İsmet İnönü’ye gönderdiği tehdit mektubu, büyük tepki çekmiştir. Kennedy’nin yarattığı olumlu hava dağılmış, Amerika’ya tepkiler artık daha yüksek sesle dillendirilmeye başlamıştır.

O yıllarda, Türkiye’de siyasi mizah yapan en önemli grup olan Ateş Böcekleri’nin hazırladığı “Johnson çiftliğe akar” adlı parça bütün bu tepkilerin en güzel göstergesidir.

Johnson mektubunun basına sızdırıldığı günlerde, Amerika’da da yeni bir seçim süreci başlamıştır. İşte Türk halkı bu seçimlerde Johnson’a karşı öldürülen John Kennedy’nin kardeşi Robert Kennedy’e destek vermiştir. Lyndon Johnson çiftliğine geri dönmeli, Kennedy başa geçmelidir. Ancak öyle olmamış ve Başkan Johnson, 1964’teki seçimleri kazanmıştır. Üstelik aynı yıllarda, Türk solunun “Amerikan nefretini” iyice körükleyecek önemli bir savaş da başlamıştır: Vietnam…

Vietnam savaşı ya da ABD’nin inişe geçmesi…

Vietnam’da ABD’nin yenilmesi emperyalizmin kırılma noktalarından biridir. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. O döneme kadar sömürmek istediği ülkeleri ya açık işgal eden ya da darbelerle diktatörleri destekleyen ABD, artık emperyalizmin tarihinde “yalancı demokrasi” havarisi olmaya başlayacaktır. 21. Yüzyılda Afganistan’ı işgal ederken “terörle mücadele”, Irak’ı işgal ederek üçe bölerken ise “demokrasi getirdiğini” söyleyecektir! Çağımızın en büyük teröristi ABD ve demokrasi… Maksat sömürü, masal, masal matitastır gerisi…

O yılların en güzel sloganlarından biri “Ho Ho Ho Şi Min, Üç dört daha fazla Vietnam, Ernesto’ya bin selam”dır. ABD’nin Vietnam’da yaptığı zulüm bütün dünyanın tepkisini çekmiştir. Bugün hemen her topluma dayatılan Gündem 21 ve onun uzantısı Yerel Gündem 21 ve Kent Konseyleri hep ABD’nin Vietnam yenilgisi sonrası tedavüle sürdüğü yalancı demokrasi projesinin uygulamalarıdır.

Yerel Gündem 21 ve Kent Konseyleri, günümüzde de varlığını sürdürmekte, ABD ve AB ile evcilik oynamaktadır.

ABD’nin yalancı demokrasisinde halka tanınan ancak ve ancak sınırları çizilen bir bahçede demokrasicilik oynamaktır. Muhalefet gerekiyorsa, ona da ABD şekil verecektir. Böylece toplumda oluşacak muhalif eğilimler daha oluşmadan denetim altına alınmaktadır.

Biz dönelim Vietnam savaşının günlerine…

Çetin Altan ve Oğlu Mehmet…

Neydim, ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin! 

Amerikan ordusunun Vietnam’a saldırması ve buradaki savaşta masum kadınların çocukların öldürülmesi, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de nefretle karşılanmıştır. İşte böyle bir ortamda, Türkiye’de ilk kez 1965 seçimlerinde parlamentoya girmiş olan ve sol kesimde büyük bir etkisi bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili Çetin Altan’ın doldurduğu bir plak toplumda büyük ilgi görmüş ve ses getirmiştir.

Amerika’nın Vietnam’daki haksız savaşını konu edinen bu plağın kabının bir yüzünde bu savaşla özdeşleşmiş Vietnamlı çocuk askerlerin fotoğrafı bulunmaktadır. Kapağın diğer yüzündeyse Çetin Altan’ın oğlu Mehmet’le çekilmiş bir fotoğrafı vardır.

Neydim, ne oldum demeyeceksin, ne olacağım diyeceksin… Ortanca oğul Mehmet büyümüş, profesör olmuş ve ABD ile AB’nin değirmenine su taşıyan birine dönüşmüştür.

Hazırlanan konuşmanın adıysa “Ağıt”tır. (Aşkın Plak: İB-117, İS-233)

“365 kişiydiler, yaşlarının ortalaması 15’ti, yani ortanca oğlum Mehmet’ten de küçüktüler. Bir uzak Asya yeşili uzanıyordu ormanlara, gök bulutlarla kapalıydı. Ortadan bir su geçiyordu. […] Onlar 365 çocuktular, 13’ünde 14’ünde olanlar da vardı aralarında, 16’sında 17’sinde olanlar da. Ajanslar yaşlarının ortalaması 15’ti diye bahsedecekti onlardan

[…]

Botları çapraz bağlı, başlıkları kasklı, elleri mitralyözlü adamlar geliyorlardı buraya. Kaliforniya’dan, Florida’dan, Teksas’tan, Massacusset’ten geliyorlardı. Süpersonik jetleri, boğucu gazları, napalmları, bilyeli bombalarıyla geliyorlardı. Ve Vietnam’ın çocukları, kara karagözleri, somurtmuş etli dudakları, dik siyah saçlarıyla başlarını sallıyorlardı: Olmaz!

“Olacak” diyordu Amerikan silah fabrikatörleri, çelik fabrikatörleri, petrolcüleri, armatörleri, Detroit trilyonerleri, “olacak!” Ve Pentagon’daki sırım boylu generaller tekrarlıyorlardı, “olacak!”

[…] Tankları, helikopterleri, telsizleri, konserveleriyle gelmişlerdi oraya. […] Hiçbirinin bıyığı bile terlememişti. Bir kadın dudağının lezzeti bile sinmemişti dudaklarına, ama çember çevirip, kaydırak da oynayamamışlardı kendi mahallelerinde. Çocuk olmaya bile fırsat bulamadan kahraman olmuşlardı. […] Birden bir hışımla inledi gökler, kara kara, bulut bulut geliyordu, uçaklar. Patlayan yılan ıslıkları, savrulan taş toprak ve yağan, yağan, yağan bombalar.

[…] Düşürdüler bir tanesini bunların, dalından kopuveren bahar çiçekleri gibi düşerlerken yerlere, bombalar yağıyor ve çalışıyordu mitralyözler. […] 6 gün dayandılar, gecesi, gündüzü, sabahı, akşamı, öğlesi, ikindisiyle 6 gün dayandılar. 6 gün sonra da ne kaçtılar, ne teslim oldular. Sadece onların olan toprağı elleriyle, avuçlarıyla, göğüsleriyle sarılarak öldüler.

[…] Sonra botları çapraz bağlı Amerikan subayları geldiler. Vücutları delik deşik, elbiseleri liğme liğme, vurulmuş Vietnam çocuklarına baktılar, “öldürülecek yaştaydılar” dediler. Ajanslar tekrarladılar bu sözleri: Öldürülecek yaştaydılar!”

Bu plağı seslendiren Çetin Altan ise çarkı felek örneği müthiş bir dönüş yapmış, fırdöndü oluşta oğullarına da örnek olmuştur.

İşte o günlerde Türkiye üzerinde teslim alma çabalarını sürdüren ABD, daha 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini yaptırmamıştır “Bizim çocuklar” dediği generallerine… Türkiye’nin ulusal bilinç düzeyi bugünlerde olduğu gibi kırılmamıştır daha…

Apolitizasyon kuşatmasının çemberi 1980’den sonra kapatılacak ve medya bombardımanında Türk milleti uyuşturulurken parti, sendika, dernekler ise iç operasyonlarla aynı arabaya bağlanmaya çalışılacaktır. Ama emperyalizm sabırlıdır, bekler gününü ve zamanını… “Bir kendime yer edeyim, sonra sana neler edeyim?” der…

Emperyalizm, tohumların ekmiş hasadını almayı da sabırla beklemiştir.

Hasat?.. CFR'nin memorandumunu tüzükleştiren partinin iktidarıdır.

Devam edecek…