Bir zamanlar Uğur Dündar’ın sunduğu programları izleyebilmek için bir hafta beklerdik. Göz kamaştıran, şehirlerin en lüks yerlerindeki değişik yiyecekler satan dükkanların görünmeyen yüzlerini görmüştük. İnanmak içimizden gelmiyordu; ancak ne yazık ki başka çaremiz de yoktu.

Aradan yıllar geçti. Derelerden akan seller, köprüleri ve oto yolları yıktı. Toki’nin yaptığı konutları akvaryuma dönüştürdü. Uğur Dündar’ın programlarında izlediğim örneklerden bir benzerini kendi gözlerimle gördüm. Şehrin en işlek caddesinde yiyecek içecek satan bir dükkan vardı. Sayısını anımsayamadığım kadar o dükkanın önünden geçmiştim. Orada satılan ürünleri beğenerek midemize indirmiştik. İşletme sahipleri temizliğe ne kadar önem verdiklerini müşterilerine, müşteri olmayanlara anlatabilmek için gerekli özeni gösteriyorlardı.

Caddenin yanındaki ara sokaktan geçerken gözlerimle gördüklerime inanamadım. Bir tepsi içerisinde yiyecek maddeleri vardı. Anlaşılan yeni pişirilmişti; soğuması için oraya bırakılmıştı. Bodrum katı yanılmıyorsam işlerin sağlıklı yürütülebilmesi için oldukça dardı.

Yoldan geçen araçların yerden kaldırdığı tozlar havada uçuşuyordu. Yürürden sokak kedilerinin, köpeklerinin; uçardan güvercinlerin, serçelerin ziyafet çekebileceği bulunmaz bir fırsat ayaklarına gelmişti. Biraz daha dikkatli baktığımda aynı işlem önceden de defalarca yapılmıştı.

İşletme sahipleri, aspiratör gibi, klima gibi gereksiz yere para harcatacak, ürün maliyetini yükseltecek gereksiz şeyleri almaktan kaçınmıştı. Bodrum katının içini görmek bile istemedim. Orada lağım fareleri, hamam böcekleri, havada uçuşan sinekleri görmek bana bir şeyler kazandırmayacaktı.

Ara sokaktan çıkıp caddeye geçtim. Güvenilir olması için sadece kendilerinin hazırladığı ürünleri satan dükkanın önüne geldim. Müşteriler bir şeyler satın alıyordu. İşletmede çalışanlar, masaların vitrinlerin temiz görünmesi için çaba gösteriyorlardı. Göze çarpacak en küçük leke onları küçük düşürebilirdi.   Köylerde yaşayanlar bilir: Dam adı verilen hayvan barınaklarının tavana yakın bir yerlerde temek adı verilen küçük bir pencere vardır. Temeklere cam takılmaz. Havalandırma ve hayvanların gübrelerinin dışarı atılması için yapılmıştır. Abartmadan yazıyorum, o temeklerde hayvan gübrelerinden kaynaklı renk değişimi görülür. Oysa yiyecek üretilen bodrum katın penceresi yağ ve tozla simsiyah olmuştu.

Gün geldi, Uğur Dündar çalıştığı televizyon kanalından ayrıldı. Benzer olaylar denetimler sonucunda basına haber olarak yansıdı.

Anlaşılan bu işte hatırı sayılır kazanç vardı. Üreticiler, satıcılar, yapılan denetimlerde ceza alacaklarını bildikleri halde aynı şeyleri yapmaktan çekinmiyorlardı. Ayda yılda bir yapılacak denetimlerde alacakları cezalar, yapılacak harcamaların yanında çok önemsiz kalıyordu. Kimileri de gelinlik kız mantığıyla “hem ağlarım, hem giderim.” anlayışına benzer bir tavır izliyorlardı.

İşletmenin adını, orayı anımsatacak bilgileri yazmamaya özen gösterdim. Mahkeme kararıyla ödeyeceğim tazminat beni zor durumda bırakabilir.

Hormonlar, kimyasal ilaçlar, üretilecek ürünlerin miktarını artıran, göze hoş görünmesini sağlayan kimyasalların kullanımı oldukça yaygın. Renk veren boyalar, ürünlerin tadını bizlerin damak tadına benzeten tatlandırıcılar kullanılıyor. Bizlerin duydukları genelde küçük işletmelerde yaşanan olumsuzluklardır.

Büyük çaplı üreticilerin neler yaptığını bu güne kadar sağlıklı bir şekilde öğrenemedik. İşletme sahipleri, üretimin her aşamasında temizliğe gereken özeni gösteriyor olmalılar. İftira atmayalım.

Bana kalırsa oralarda yapılanları bizlerden gizlemek için alınan önlemler için inanılmaz harcamalar yapılıyor.  Et ürünleri satan bazı işletmeler, kasaplarda otuz liradan satılan etin yerine kilosu iki üç liradan satılan domuz etleri kullanıyor diye bazı iddialar ortaya atıldı. Nişasta bazlı şekerle bir kilo balı iki liraya üretenler aynı ürünü yirmi liradan satabilmek için arı gibi çalışıyorlardı.

Bunları yazıp çizmek birilerine çamur atmaktır!

Keşke sadece ve sadece bu türden söylentiler gerçek dışı olsaydı. Sağlığı bozulan insanlar hastanelere koşar. Hastaların eski sağlıklarına yeniden kavuşabilmeleri için mutlaka ilaçlı tedaviye gerek duyulur. Basından öğrendiğimiz kadarıyla kanser hastalarının kullandığı bazı ilaçların sahtesi yapılarak piyasaya sürülmüş. Farkına varmadan bu ilaçları kullananlar olmuş.

Daha fazla para kazanabilmek için piyasaya bozuk gıdalar sunuluyor. Mutlaka kurallara uygun olarak üretim yapanlar çoğunluktadır. Temennimiz bu yöndedir.

Bu günlerde damacana ile satılan sularla ilgili haberler gündeme geldi. Devlet büyükleri kameraların karşısına geçip açıklamalarda bulundu. Bazı su satıcıların sattığı ürünlerin temiz olmadığını açık seçik ifade etti. Öncelikli olarak hangi firmaların bunu yaptığını gizledi. Sonra bu firmaların adlarını açıkladı.

Aslında sevinmemiz gerekir. Bozuk olan kanlar bir ya da iki kez hastanelerde hastalara verildi. Bu yüzden bir kişi aids hastalığına yakalandı. Toplum içine çıkamadı. Yıllarca mahkemelere gidip geldi. Bozuk sütler piyasaya sunuldu. 

Önceden kanı bozuklar, sütü bozuklar vardı. Bu kervana suyu bozuklar da katıldı Bu kadar olumsuzlukların yaşandığı yerde damacanalarla satılan suyun bozuk olup olmamasının ne önemi var?

Mademki satılan sular temiz değil. İçmezsiniz olur biter. Suya, su gibi harcayacağınız para cebinizde kalır.

Sokaklarda çeşmelerden, evlerde musluklardan akan suyun suyu mu çıktı? İster kana kana için; isterseniz çimin.*

*Banyo yapın.