Tunus'tan dalgalandırılan toplumsal hareket Suriye'ye de yansıyarak sınırlarımıza kadar dayanmıştı. Ve Suriye'de iki yıldır devam eden çatışmalar, nasıl sonuçlanacağı bilinmeyen bir iç savaşa dönüştü. Ve de Türkiye'yi de saran büyük bir felakete doğru sürüklenmekte.

Artık şu çok net olarak anlaşıldı ki, "Arap Baharı" diye dillendirilen Arap toplumundaki bu değişimin arkasında ABD ve Batılı güçlerin var olduğu kesindir. Emperyalizmin demokrasi getirmek söylemleriyle, Arap toplumunu ve özellikle Ortadoğu'yu yeniden dizayn ettiği bilinmektedir. Çünkü bu güçlerin Afganistan'a, Irak'a ve Libya'ya nasıl demokrasi getirdikleri görülmüştür.

Ve de özellikle Arap milliyetçiliğinin ilk doğduğu ve son olarak var olduğu Suriye'deki bu milliyetçi damarın yok edilmesi, Batılı emperyal güçlerin kesin bir hedefidir.

Ve maalesef demokratik yönetime geçememiş Suriye'deki totaliter yönetim de buna büyük bir fırsat yaratmıştır.

Artık şu da bilinmelidir ki, Afganistan'da, Irak'ta, Libya'da yıpranmış emperyalizm, Suriye için Türkiye'yi kullanmak istemektedir. Türkiye siyasetinin büyük bir bölümünde ve toplumda böyle bir kanaat oluşmuştur.

Bu nedenle iktidarın Suriye siyaseti, bu toplumda yeteri kadar kabul görmemiştir. Ve bugün iktidarın Suriye siyasetine kuşkuyla bakılmakta, büyük bir endişe duyulmaktadır.

Suriye komşumuzdur. Ve de 900 kilometrelik bir sınırımız vardır. Ve bu sınırın 400 kilometreden fazlası "Kürt" nüfusun yaşadığı bölgedir. Bu nedenle Türkiye'nin hassasiyeti yüksektir.

Elbette bu ülkedeki gelişmelere kayıtsız kalamayacağımız da bellidir. Ancak böyle bir milli sorunda siyasetin, ortak bir akıl oluşturması gerekirdi. Ne yazık ki iktidar, muhalefetin endişelerini dinlememiş ve de paylaşmamıştır. Bu endişeleri bir muhalefet malzemesi olarak görmüştür.

Oysaki iktidar, daha iki-üç yıl önce Suriye ile dostluk köprüleri kurmuştu. Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan gibi üst düzeyde karşılıklı ziyaretler, görüşmeler, anlaşmalar yapılmıştı. Komşularla ve de özellikle Suriye ile sorunsuz bir politika izlendiği söylenmişti.

2009 yılında Suriye ile Türkiye arasında "Yüksek Düzeyde Stratejik İşbirliği Konseyi" (YDSK) kurulmuştu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu bu anlaşmayı "ortak kader, ortak tarih, ortak gelecek" diye formüle etmişti.

Yine 2009 yılında iki ülke arasında "vize muafiyeti" sağlanmış, "siyasi-güvenlik-sağlık-tarım-ticaret-enerji-ulaştırma-su-eğitim-bilim-kültür ve çevre" gibi alanlarda 50 anlaşma imzalanmıştı.

Üstelik çok netameli bir bölge olan Ortadoğu'da, komşularımızla gerginlik üzerine kurulmuş dış siyasetimizdeki bu olumlu gelişmeler Türkiye'nin çıkarına idi. Ve de doğru politikalar idi.

Bu sıcak komşuluk ilişkileri, Tunus'tan estirilen rüzgâr Suriye'ye gelince birden düşmanlığa dönüşüverdi. Birdenbire siyasi iktidar, emperyalizmin Suriye'ye getireceği demokrasiye(!!!) sahip çıkıverdi.

Siyasi muhalefet ise bu sahiplenmeyi Suriye'nin içişlerine karışma olarak gördü. Ve iktidarın bu politikasını taşeronluk olarak ifade etti.

Oysaki doğusunda az yoğunluklu bir savaş ülke genelini sarsarken, uluslararası siyasetin gündemine taşınır bir süreç izlerken, Türkiye'nin Suriye'deki gelişmelere taraf olarak karışır görünmesi çok tehlikeli bir durumdur. Bu politika Suriye'deki çatışmaları, Türkiye'nin içine çeker bir süreç oluşturabilecektir.

Zaten birileri de Türkiye'yi Suriye içine çeker olmaktadır. Çünkü son günlerde birdenbire, sınırımıza yakın çatışmalarda topraklarımıza düşen ve Urfa/Akçakale'de ölüme sebep olan bombalar artıverdi.

Ve birdenbire ülkede savaş sesleri yükseltilir oldu. Oysaki Türkiye'nin bir askeri müdahalesi, Türkiye'yi pek de haklı göstermeyecek ve uluslararası gündemde tartışılır bir konum yaratacaktır.

Türkiye'yi haksız ve zayıf düşürmek isteyenlerin eline büyük bir fırsat verecektir.

Toplumda ve siyasi muhalefette hiç te inandırıcı bulunmayan Suriye politikası, ülke içinde çatışmaları daha da yaygınlaştıracaktır. Bu ülkenin bölünmesini bekleyenlere uygun bir pozisyon oluşturacaktır.

Unutulmamalıdır ki, Osmanlıyı üç paşa savaşa soktu ve Osmanlının sonu oldu.

Ve bu üç paşa, Mustafa Kemal Anadolu'daki direnişi ve kurtuluş savaşını örgütlerken yurt dışına kaçmışlardı.

Bilinmelidir ki, kendi içinde toplumsal barışı sağlayamamış, bölünme tehlikesini içinde barındıran sorununu çözememiş bir Türkiye'nin, komşu ülkeye demokrasi getirmeye talip olması doğru bir politika değildir.

İktidarın yapacağı en doğru iş, böyle bir milli sorunu muhalefetle konuşarak milli bir mutabakat sağlamalıdır.

Aksi durum geri dönüşü olmayan tehlikeli bir yoldur.