Ne yazık ki bilinen,
kayıtlara geçen tarih boyunca insanoğlu dur durak bilmeden savaşmıştır. Savaş
olmayan yıllar ise yapılacak savaşların hazırlıkları ile geçmiştir.
Anlatılanlara göre dinamiti
bulan bilim insanı, insanlara yararlı olabilecek bir yenilik yaptığı için son
derece mutludur. Ancak, çok kısa bir süre sonra onun yeni buluşu insanları yok
etmek için kullanılır. İnsanlara hizmet
edecek yenilik daha kolay yoldan insanları öldürmek için kullanılır. Bir bilim
insanına verilebilecek en ağır ceza mutlaka bu olmalıdır.
Eski deyimle çarşıda pazarda;
yeni deyimle marketlerde, alış veriş merkezlerinde satılan ürünlere
bakıyorsunuz. İşsiz kalan, geliri düşük
olanlar için onları satın almak yine büyük bir sıkıntı. Diğer taraftan birçok
üründe bunu üretenler, aracılar, satıcılar ne kadar para kazanıyor insanların
aklı almıyor.
Ürünlerin fiyatları yerinde
sayarken, sadece ve sadece insanları öldürmek için üretilen silahlar
değerlerinin çok üzerinde atılıyor. Satın alan ülkeler yıllarca ödeyemeyeceği
borçlanmayla bu silahları elde etmek için yoğun çaba gösteriyor. Silah
ürecilerinin reklam harcamaları gibi bazı harcamaları yok. Çeşitli yollarla
eski yeni demeden bütün ürünlerini peynir ekmek gibi satıyorlar.
İnsanlar, ihtiyaç duydukları
ürünleri satın alırlar. Öncelikle insanların silah almaları için ona ihtiyaç
duymaları gerekir. Köylü vatandaş bir ineğini satar, silah alabilmek için.
Sıradan tartışmalar beklenmedik bir anda alevlenip kavgaya dönüşür.
Komşu ülkeler arasındaki ufak
tefek gerginlikler, yangına körükle gidenlerin sayesinde yıllar boyu sürecek
savaşlara dönüşebilir.
Ülke yöneticileri, dünya
üzerinde düşman ülkeler yaratırken aslında kendi yerlerini sağlama alıyorlar.
Ülkeler arası düşmanlığı sürekli ön plana çıkarıp insanların dikkatini bu alana
çekiyorlar. Tarihte sayısız örnekleri vardır. Güçlü olan ülkeler, Zayıf
buldukları ülkeleri çeşitli yollarla ele geçirip onların zenginliklerine el
koymak istiyorlar.
Yüz yıllar boyunca bir arada
yaşayan insanlar arasında oluşturulan düşmanlık meyvesini kısa sürede veriyor.
Dostluklar unutulup mahalleler savaş alanına dönebiliyor. Tarih sayfalarına
bakacak olursak benzer acılar dünyanın her yerinde yaşanmış.
Yüz kırk sekiz yıl önce yaşadıkları
etle tırnak gibi bütünleştikleri topraklardan koparıldılar. Canlarını
kurtarabilmek için yollara düştüler. Gözleri dönmüş insan görünümlü olanlar,
askerler onların peşlerine düştü. Ölüm kusan namlular onların canlarını aldı.
Hastalar, yaşlılar, çocuklar sürgün yollarında can verdi. Bulabildikleri
gemilerle umuda yolculuk yapmaya başladılar. Gemiler insan taşımaya ne kadar
uygundu, kapasitesinin ne kadar üzerinde yolcu taşıyordu, çaresiz insanlardan
ne kadar para alındı? Çekilen acıları anlamak için yaşananları unutmamak
gerekir.
Karadeniz’in azgın sularında
günlerce süren yolculuk, asla unutulmaması gereken acılarla doludur.
Öldürülenlerin yanı sıra insanlar vedalaşmaya fırsat bulamadan dünyanın kırktan
fazla ülkesine dağıldılar. Kardeşler,
akrabalar, çocuklar, komşular birbirinden uzak yerlerde var olma savaşı
verdiler.
Elbette bu acıları sadece
Adıgeler, Kafkas halkları çekmedi. Moğol
askerlerinin şehirleri yakıp yıktığı yıllarda zorunlu sürgüne gidenlerin
arasında on iki yaşlarında bir çocuk vardı. O çocuk göç yollarında ölmüş
olsaydı, Mevlana olmayacaktı!
Haçlı seferlerinde Anadolu’da
geçimini hayvancılık yaparak sağlayan Türkmenler, Yörükler (Törükler) askerler
karşısında inanılmaz bir direniş gösterdiler. Onların gösterdiği direniş
Anadolu’yu Haçlı askerlerine dar etti. Tarihçilere göre bazı yerlerde küçük
çaplı gösteren askerler küçük çocukları kesip pişirerek yemişlerdir. Sözde din
adına yola asker çıkaranlar gelecekte yapacakları yeni Haçlı seferlerinin
yolunu değiştirmek zorunda kaldılar.
Tarih sayfaları savaşlarla
doludur. Emevi ailesinin İspanya’da kurduğu devlet, gün geldi iç savaşlara
yenik düştü. Çatışmalar büyüdü. İnsan avından kaçan Yahudiler, Osmanlı
topraklarına sığındı. Emevilerin, İspanya’dan canlarını kurtarabilmek için tıka
basa doldurdukları gemiler yakıldı. Yangından kurtulabilenlerden denizde
boğulanlar oldu.
Benzer acılar gün geldi
Yugoslavya’da yaşandı. Ülkeyi parçalamak isteyenler aradıkları fırsatları
bulduklarında boş durmadılar. Sivil
insanlar acımasızca öldürüldü. Canlarını kurtarmak için yollara düşen insanlar
toplu halde öldürüldü. Keskin nişancılara gün doğmuştu.
Altı yüzbin insanın yaşadığı
ada üzerinde silah tüccarlarının başlattığı Hırıstiyan- Müslüman çatışmasında
iki yüz seksen bin Müslüman öldürüldü. Yıllarca süren bu katliam bütün dünya
kamuoyundan gizlendi. Ortaya çıktıktan sonra kısa bir süre sonra da
unutturuldu!
Toplu kıyımlar günümüzde de
benzer şekillerde sürdürülüyor.
Geçmişte insanlar canlarını
kurtarabilmek için yollara düşüyordu.
Günümüzde sürgünlerin görünüşü birazcık değişir gibi oldu. Yaşadıkları
topraklarda karınlarını doyuramayan, iç savaşlardan uzak durmak isteyenler yeni
arayışların içine girdiler. Kulaktan dolma bilgiler, televizyon kanalları
onlara Avrupa ve Amerika kıtasında daha güzel bir yaşam vaat ediyor. İnsanlar,
çaresizlik içinde elde avuçta ne varsa satıp insan kaçakçılarına koşuyor.
Büyük bir kısmı hayal
kırıklığına uğruyor. Yasal olmayan yollardan süren yolculuklarda ölenler
oluyor. Hedefledikleri ülkelere gidebilenler kendi ülkelerinden daha zor
koşullarda yaşamak zorunda kalıyor.
Olur böyle şeyler
düşüncesinden uzaklaşıp yaşanan acılara çözüm bulmak gerekir. Dünyanın birçok
ülkesinde savaşlar sürüyor. Tarih kitaplarından okuduğumuz acıları günümüzde
bazı insanların yaşadığını çeşitli haber bültenlerinden öğreniyoruz.
Bedensel özürlü bir yazarın
sözlerini anımsıyorum: “Sayın özürlü adayları!”
Benzer şeyleri sürgünlere giden insanlar için de söyleyebiliriz.