yıllarımızda bizden yaşça büyüklerin kavgalarına şahit olurduk. Kavga edenleri onlardan yaşça büyük olanlar ayırır ve sulh sağlanırdı. Kavgaya şahitlik edenler, ayıranlara sebebin ne olduğunu sorar, kimi "Ceviz kabuğunu doldurmayacak mesele." der, kimi de "Sudan mesele yüzünden kavga etmişler." derlerdi.

Su konusu gündeme geldiğinde Rahmetli Abdi İpekçi'yi anımsarım.

Neden?

Petrolün 1973 yılının Ocak ayında varili 2,59 dolardı. 1974 yılının Ocak ayında varili 11,65 dolara yükselerek 4,5 kat fiyat artışı gerçekleşti.

Bu, İran'ın petrol gelirinin 4,5 kat artması demekti.

O tarihlerde Avrupa'yı İran'a bağlayan yol güzergahımızı kendi araçlarımızdan çok; İran'ın, Almanya'dan ürün taşıdığı çeşitli araçlar işgal ediyordu.

Rahmetli Abdi İpekçi bu iki pozisyonu değerlendirmek için Şah Rıza Pehlevi ile görüşmeye gitti ve yaptığı röportajı da Milliyet gazetesinde yayınladı.

Uzun röportajın yayını, yanlış hatırlamıyorsam, üç gün sürmüştü.

Rahmetli İpekçi'nin yazısında ise bizi ilgilendiren kısım, "Yollardan faydalanma karşılığında Türkiye'ye petrolde uygun indirim yapın! Petrol fiyatları bu kadar arttığına göre, uygun fiyatla petrol vererek böyle bir eylemde bulunmanız adaletli olur. Çünkü kullanılan yolların yapılışı ve bakımının maliyeti var." şeklindeydi.

Ama Şah; bu konuya hiç değinmiyor, petrolün bitecek bir şey olduğunu, akar sularımızın devamlı olduğundan, bizim daha zengin sayılmamız gerektiğini söylüyordu.

Rahmetli Abdi İpekçi'nin görüşmesi fayda sağladı mı bilmiyorum. Ama Şah'ın akarsularımıza bakış açısı o günden beri beni düşündürür.

Bazen ülkeler arasında da ceviz kabuğunu doldurmayacak nedenlerle çatışmaların yaşandığına şahit olabiliyoruz. Günümüzde ise savaşların ve anlaşmazlıkların perde arakasında petrol ve enerji kaynakları ile yollarını kontrol altında tutmak isteyen emperyalist güçlerin olduğunu görüyoruz. Ortadoğu'nun bulgur kazanı gibi kaynamasının ana sebebi de petroldür.

Petrolümüz olmadığı halde, petrolü olan ülkelere komşu olmamızın verdiği rahatsızlıkları görüyor ve sıkıntılarını yaşıyoruz.

Önümüzdeki süreçte coğrafi şanssızlık, iklim değişikliği ya da su yönetimindeki hatalar nedeniyle birçok ülke su sıkıntısı ile yüzleşmek zorunda kalacak. Bu da ilerleyen yıllarda yeni çatışmaların fitilini ateşleyecektir.

ki 1970'li yılların ilk yarısında yapımı Fırat Nehri üzerinde gerçekleştirilen Keban Barajı Suriye ile anlaşmazlığa neden oldu. Sulama amaçlı olmayan, sadece elektrik üretimi için kurulan baraj için Hafız Esat dava açmış, davayı da kazanarak istediğini almıştır. Aldığı hak, belli miktarda suyun salınma şartı olmuştur.

Küresel ısınmayla birlikte suyun önemi daha da arttı. Öğrendiğim kadarı ile dünya üzerindeki su miktarı hiç değişmiyormuş ve aksine suyun döngüsü ve yeryüzüne düşen yıllık ortalama yağmur suyu hep aynı kalıyormuş. Kısacası; dünya üzerine düşen su miktarı aynı fakat iklim değişikliği nedeni ile yağmur ve kar bulunduğumuz coğrafyaya değil dünyanın herhangi bir coğrafyasına düşüyor.

Nüfus artışı dolayısıyla, dünyadaki 7 milyardan fazla insanı doyurabilmek için gerekli tarımsal üretimin artmasıyla birlikte dünyanın sınırlı kaynaklarına büyük bir yük bindiriyor.

nüfus ile birlikte temiz suya olan ihtiyaç da artıyor. İhtiyaç karşısında maliyetler de artıyor.

Dünya üzerine düşen su miktarı aynı olduğuna göre su kıtlığı yok! Su var ama suyun azaldığı yerler var. Türkiye de bu yerlerden biri.

Bu nedenle tarımda, sanayide ve hanelerde yanlış su kullanımımızı değiştirmemiz gerekiyor.

Sanırım artık musluğu kapatmaktan çok daha fazlasını yapmamız lazım.

En güzel günler sizlerin olsun.