Bunlarla aşık, deşenek (bilye) oynardık. Aşık, deşenek oynarken ütünce zevki başka, ütülünce de üzüntüsü başka türlüydü. Sonraları da biraz daha büyüyünce ayaktopu, (futbol) el topu (voleybol) oynamaya başladık. Mahallemizde duvardan duvara ip çeker oynayabilirdik. Ne taksi vardı, ne de kamyon. Belki 2 saatte bir, bir at arabası geçerdi. O da ipin altından geçerdi. Arabayı süren amca arabanın bir tarafına eğilir, oyunumuzu bozmazdı. Fayton gelince ipi çözer, geçiş verirdik.
Gündüzleri oynadığımız yetmezmiş gibi bir de yazın geceleri evdeki büyüklerden izin alırdık ve sokakta yine birdirbir, ay göründü oynar, gece geç vakit eve gelirdik. İş biraz daha uzarsa analarımız kapıyı açar ve seslenirdi: ”Kanmadınız, doymadınız. Haydi, çabuk eve!” diye. İşte o zaman biraz zor olurdu ama oyun da bozulurdu.
Bir akşam “ay göründü” oynamaya başladığımızda gündüzün planladığım üzere sokak kapısını kıyık, (az aralık) bıraktım. Herkes dağılınca ebe arkası dönük, gözleri kapalı sayı sayıyordu. (100-150’ye kadar sayılırdı.) Bu sayı sayılan zamanda da diğerleri saklanırdı. Gözünü açmadan “sağım, solum, önüm, arkam, sobe” derdi. Gözünü açar ve aramaya başlar, birini bulunca “sobe............göründü” derdi. Sobelediği ebe olur, yeniden saklanılırdı.
Ben kapımızı açık bırakmıştım ya bizim eve gelip yatağıma yattım. Beni gecenin yarılarına kadar aramışlar. Ertesi gün beni gören arkadaşlar “Sen neredeydin?” diye çıkıştılar. Tabii çok bozuldular anlatınca. İsmet çok kızınca meşhur sözünü patlattı: “Eşşoğlu Eşşeeeekk......!” Gülüştük, sarılıp öpüştük. Hey gidi günler heeey!
Bir de kapıların tokmağını çalar, koşarak uzaklaşırdık. Başka mahallelerin evleri de dahil. Ramazan geceleri de teravihe gider, namazda güler, büyüklerin hışmına uğrar, camiden kovulurduk. Çoğu esnaf namazdan sonra dükkânını açardı. Kahvelerden çaylar içilirdi. Kahvenin kapısından, levhasından adını öğrendiğimiz, mesela, “Bakkal Ahmet’e 7 çay” der uzaklaşırdık. Aslında çay falan isteyen yoktu.
Mahalle baskınlarına gidilirdi, başımızda 3-4 yaş büyüklerle. İyisinden dövüşürdük. Bazen burnu kanayanlar, kafası yarılanlar olurdu. Top oynardık dedim de, top ta, el topu (voleybol) için ince deriden elde dikilmiş, içine eski bez parçaları veya yün basılmış muhtelif büyüklükte toplar. Ayak topu içinse kasaplardan istediğimiz ve kovuk dediğimiz büyük baş hayvanların idrar torbaları. Onu bisiklet pompasıyla şişirir oynardık. Tabii mikrop yuvası. Analarımız kızar ama biz onu saklayacak yer bulurduk. Onlardan gizli gizli birbirimizin ayak bileklerine vura vura saatlerce oynardık. Bununla mahallede pek oynayamazdık. Kirli olduğundan evlerin bitimindeki tarlalarda veya oralardaki sokak aralarında oynardık.
Bağlara giderdik bazen de, Eskiekin’de Ayhan Çöplü’ lerin un değirmenine. Onun önündeki boşlukta oyna da oyna. Güreş mi tutmazdık, güveç mi pişirmezdik. Ye de ye. Güreşte ben hepsini yenerdim, kilom hepsinden az olmasına rağmen. Köy çocuklarıyla da güreştiğimiz olurdu ben onları da yenerdim. Çünkü ben okul takımında güreşiyordum.
O zamanlar sigara içen kız veya kadın Türkiye’de çok az, Çorum’da ise hiç yoktu. Sonra hemen, hemen hepimiz alıştık ya merete. Bu gün çoğumuz bıraktık, ama Ayhan’la İsmet hala içiyorlar. İsmet’e bırak deyince, “böyle yavru bırakılır mı?” diyor.
Bir de Ayhan gruba yeni katılanlar olursa değirmenin içine götürür, yeni öğütülmüş unun kokusu başka diye kürekle alır ve arkadaşa,”kokla bak” diye burnuna yaklaştırır, o koklarken de unu kürekle yüzüne gözüne çarpardı. Kimi arkadaş kızar, kimisi de ‘bunu senin yanına bırakmam’ derdi. Biz hep gülerdik, mutluyduk çünkü.
Hepimiz şairdik, hepimiz şiir yazıyoruz. Herkes bir kıza sevdalı. Mektuplar yazılıyor; Selçuk aşk mektuplarını daha ağdalı yazıyor. Mesela biri hala aklımda, mektup şöyle başlıyordu, “benim esrar dolu, küçük, nazlı sevgilim.”
Aslında bu hususta ben de usta sayılırdım. Bir mektubumda ben de şöyle başlıyordum: “Benim sana sevdam Mecnun’dan da büyük. Benim aşkımın yanında Mecnun’un aşkı ancak zekâtı kalır. (Yani benim sevdam onunkinden 40 kat daha büyük demek.) Senin Leyla olacağın günü sabırla bekliyorum.”
(SÜRECEK)