Yerli ve milli şirketimizin yüzde 55 hissesi 2005 yılında 6.5 milyar dolara Lübnanlı Hariri Ailesi'ne özelleştirme adı altında satılmıştı.

Hariri Ailesi, bu parayı dışardan getirip Türk devletine ödeyeceği yerde, Türk bankalarından 4.7 milyar dolar gibi yüklü bir kredi alıyor. Lübnanlı, Türk'ün parasıyla Türk Telekom'u almış oluyor. Kısacası ‘bizim tarladaki taşla, bizim bahçedeki kuşu vuruyor’. Türk Telekom'un arsaları, binaları, stokları, tahsil edilmemiş alacakları vardı. Lübnanlı, arsaları, binaları, stokları, ne var, ne yok satıyor, ödenmeyen faturaları tahsil ediyor, telefon hizmetlerine zam üstüne zam yapıyor. Alt yapıda da kayda değer bir geliştirme yapmadan yüz üstü bırakıp kaçıyor.

Sadece bu mu? Yıl sonlarında kâr payı dağıtım kararlarıyla kazandığını, bankalardan aldığı krediler de dahil, alıp, elini kolunu sallaya sallaya yurtdışına götürüyor. Söylentilere göre götürdüğü 6 milyar doların çok üstündeymiş. 9 yılın sonunda bankalardan çektiği 4.7 milyar doları da ödemeden adam kaçıyor. Şirketten hisse senedi alanlar da doğal olarak vurgun yiyor. Bunun adı silah kullanmadan banka soygunudur. Bankalardaki paralar milletin parasıysa, bankaları neden soydurduk? Hırsızı neden yakalayamıyoruz? Memleket yol geçen hanı mı?

Lübnanlı silahsız soyguncu bunları yaparken, görme özürlü müydük ki göremedik? İşitme özürlü müydük ki duyamadık? Bizim elimiz armut mu topluyordu, memleketi soydurduk!.. Dahası böylesi katmerli bir sömürüye vicdanlarımız nasıl elverdi?

Zamanında ne demişti Sayın Mümtaz Soysal Türk Telekom için: “Altın yumurtlayan tavuk’’

Tavuğun yumurtalarını Lübnan’lı Hariri kaptı.

Ne demişti Şair R. Durbaş: ‘’Ölüm hep bana, bana mı düşer usta?”

Soygun, sömürü mağduriyeti hep bize bize mi düşüyor usta?