Çorum Haber'de yayınlanan 13 Nisan 2010 tarihli "Sosyal Demokrasinin Bunalımı" yazımda bir noktayı özellikle belirtmiştim.

"Türkiye'de Sosyal Demokrasi, batıdaki gibi bir sınıf mücadelesinin içinde gelişmedi. Emek-sermaye kavgasından doğmadı. Yani sınıf mücadelesi geçmişi yoktur."

Kurucu resmi ideolojiye bağlılık, sosyal ve ekonomik alanda devletçi anlayış, laik bir sistemin savunuculuğu "Sosyal Demokrasi" olarak kabul gördü. Sosyal demokraside bunlar yok mudur? Elbette vardır. Ancak ana belirleyicileri, ana ölçüleri değildir.

İlk kez de 1965'te İnönü'nün "Ortanın solundayız" ifadesiyle gündeme geldi. Ecevit'in sahiplenmesiyle hayat buldu. Kaldı ki o günler sosyalist rüzgârların da yükselmeye başladığı bir dönemdi.

Sonuçta devletçilik, Türkiye'de sosyal demokrasinin ana damarı oldu.

Bugün için resmi ideolojinin sarsılması, "Kürt Siyasal Hareketi"nin yükselmesi, global sermayenin ekonomi politikası sosyal demokrasiyi temsil eden CHP'yi sarstı.

Ayrıca toplumsal dokunun değişmesi, bu değişimin okunamaması CHP'yi siyasal ve sosyal alanda bunalttığı gibi stratejik hatalar yapmasını da besledi.

Parti içinde halkçı söylemlerin ön plana çıkarılmaya, devletçi reflekslerin zayıflatılmaya çalışılması, yönetim içinde fikri bir bütünlük sağlayamadı. Partinin örgütsel yapısı, ezberlerini bozup bu yeni oluşuma ayak uyduramadı. Bu durum hem seçimde başarısızlığı hem de stratejik başarısızlığı getirdi.

Nitekim "yemin etmeme" olayı da bu başarısızlığın bir parçası olmuştur. Meclisin çalışmasına katılınmamış, alınan 11 milyon oy ve 133 milletvekili, tutuklu bulunan iki milletvekili için bir direniş aracı yapılmıştır. Özünde doğru olmakla birlikte, geri dönüleceği biline biline bunu bir demokrasi mücadelesi gibi sunmak stratejik bir hatadır.

Nitekim seçilen yeni meclis başkanını özellikle kutlamak, 5 Temmuz'da CHP Grup Başkan vekili Akif Hamzaçebi'nin, 6 Temmuz'da yılların politikacısı Ali Topuz'un, 7 Temmuz'da Kılıçdaroğlu'nun Meclis Başkanını ziyaretleri bir ölçüde geri dönüşün işaretleridir.

Her ne kadar bu "yemin etmeme" olayının parti içi muhalefeti bastırmak, seçim yenilgisinin üstünü örtmek gibi nedenlerle yapıldığı anlayışı var idiyse de, mücadelenin mecliste yapılacağının kabullenilmesi doğru bir davranıştır.

Kaldı ki mecliste bulunup ilgili yasa değişiklikleri için mücadele vermesi gerekirken, iktidar partisinden icazet bekler görünmek, siyasal bir mızıkçılık gibi anlaşılacaktır.

Üstelik bu konuda parti içinde bir karar alınmadığı, parti içinde de tartışma konusu olduğu bizzat Ali Topuz tarafından ifade edilmiştir.

"Sosyal Demokrat" siyasetin tepesindeki stratejik hatalar, zamana ve mekana göre doğru siyaset üretememe, siyasal bulanıklık tabanda ve örgütte bir sinerji yaratmamıştır. İktidar partisindeki disiplinli çalışmanın yarısı bile görülmemiş, sonuçta başarısızlığa mahkûm olunmuştur.

Daha da önemlisi, ülkenin kurucusu ve Atatürk'ün partisi olduğunu söyleyen bir partinin, "yemin etmeme" olayını AB kuruluşlarına, bütün yabancı elçiliklere, ülkede bulunan yabancı gazetecilere bir mektupla iletmesi, bir ölçüde ülkeyi şikâyet etmesi hiç şık olmamıştır. Örneğin Yunanistan büyükelçisine, neden yemin edilmediği şikâyet ediliyor olmuştur.

BDP'nin Hatip Dicle nedeniyle meclise girmemesi, özellikle Diyarbakır'da parti grup toplantıları yapması, tehlikeli bir mesajın işareti iken CHP'nin ülke bütünlüğünü sağlamada daha hassas olması gerekirdi. Bu nedenle yemin olayının bir mücadele malzemesi gibi kullanımı, sorumluluk duymayan bir anlayışın ürünü gibi algılanacaktır.

Sanki Kürt siyasal hareketinin başkenti Diyarbakır, Muhafazakâr Türkiye'nin başkenti Ankara, Sosyal Demokratların başkenti Edirne gibi bir sürece giriliyor olunmuştur.

Yemin töreni nedeniyle iktidar ve muhalefet seçimde çirkinleşen dili daha da çirkinleştirmiştir. Muhalefet "iktidar önümüzde diz çökecek", iktidar ise "muhalefet tükürdüğü tükürüğü yalayacak" gibi sokak jargonunu da aşan, hiç te yakışık almayan bir dil kullanmışlardır.

Türkiye siyasetine yakışmayan bu çirkinliklerin yanına yargımız da büyük olumsuzluklar katmıştır. Uzun süre tutuklu kalmış, henüz ceza bile almamış ve milletvekili seçilmiş kişiler, toplumun da inanamadığı gerekçelerle içeride tutulmuştur. Ortamın gereksiz yere gerilmesine neden olunmuştur.

Bu durum toplumun adalete güvenini sarstığı gibi, yargının iktidar erkinin etkisinde olduğu inancını yaratmıştır. En azından böyle bir algı oluşturmuştur.

Elbette gelinen bu noktada muhalefetin görevi, yargının direncinden yemin krizine bir meşruiyet çıkarmak değil, meclisi daha aktif çalıştırmak olmalıydı.

Üstelik ülkenin kurucu partisi olduğunu söyleyen CHP’nin, üretilen bunalımdan yararlanmak yerine tüm bunalımların çözüm yerinin meclis olduğunu göstermesi gerekirdi.

Son yapılan görüşmeler göstermiştir ki çözüm yine meclistedir. İktidar yumuşamış, muhalefet gereksiz inattan vazgeçmiş görünmektedir. Kuvvetli olasılık, bugün (Pazartesi) yemin edilerek meclis çalışmasına katılmış olacaklardır.

Artık "çağdaş-sivil bir anayasa"nın yapıldığı, başlatılan açılımların tamamlanma, inanç ve etnik sorunların çözülme sürecine girildiği, emek mücadelesinin meşruiyetine inanan bir siyasal iklimin oluştuğu Türkiye'ye ihtiyaç vardır.

Bu görev ise iktidardan çok, bunalımını aşmış, ezberlerini bozmuş "Sosyal Demokratlar"a düşmektedir.