8 Mart Dünya Kadınlar Günü…
Ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü…
Aslında, evinin dışında fiili olarak bir iş yapıyor olmasa da, tüm kadınlarımız “emekçi” değil mi?
Veya çalışan kadın için var olan sorunlar, ev kadını söz konusu olunca geçerliliğini yitiriyor mu?
Galiba, sınıfsal bir bakış açısıyla ayrılıyor kadınlar, “emekçi” - “burjuva” diye…
Oysa, başta eşitlik ve özgürlük olmak üzere, insan hakları açısından tüm kadınların sorunları da, beklentileri de, yazgıları da birbirine çok benziyor. Mutlu bir yaşam, her kadının hakkı, ama mutluluğu yakalayamama olasılığı, tarlada , fabrikada, ofiste çalışan kadın için de, lüks içinde yaşayan kadın için de yaklaşık aynı oranda değil midir? Mutluluk, yaşam standardı ile bire bir örtüşmüş olsa, belirli bir düzeyin üzerindeki tüm kadınları “mutluluktan uçuyor” görmemiz gerekmez miydi?
Diyeceğimiz o ki, rahat yaşama olanakları ille de “mutluluk” anlamına gelmiyor.
Maddi yoksunluklar da, mutlaka “mutsuzluk” demek değil.
Elbette, maddi sıkıntıların mutlulukları da gölgeleyebildiği gerçeğini göz ardı ediyor değiliz. Bizim altını çizmeye çalıştığımız nokta, sosyal statü ile mutluluk arasında, iki kere ikinin dört ettiği gibi bir “mutlak denklik” formülünün olmadığı gerçeği.
Yani, “bir eli yağda, bir eli balda” kadının da, yaşamdan umut ettiklerini alamayabildiği…
Bu bakımdan, biz 8 Mart’ı tüm kadınların günü olarak anlıyor ve öyle değerlendirmeyi tercih ediyoruz.
Hiç kuşku yok ki, “kadın sorunları” diye bir başlık açılınca, son yıllarda “kadına şiddet” ve “taciz” tüm başka sorunların önüne geçiyor.
Dünyayı dar ettiği kadın, ayrılmak istemeye görsün, aptalca bir erkeklik gururu, ortalığı kana bulamasına yetiyor. Kimi zaman, kendi canına da kıymasıyla sonuçlanacak derecede…
Veya, annesinin, bacısının, helâlinin de bir kadın olduğunu unutan gözü dönmüş psikopatlar, kadınlara, gencecik kızlara, hatta çocuklara her türlü iğrençliği yapabiliyorlar.
Bu canavarlıkların önüne geçme adına, toplum gerçekten çaresiz.
Öyle acılar yaşıyoruz ki, bu yaratıklar bu toplumun içinden nasıl çıktı, diye şaşkınlık içinde kalıyoruz.
Diyeceksiniz ki, çare ezberimizde: Eğitim şart!
Ama, önce eğitimdeki yozlaşmayı ortadan kaldırmanın formülünü bulmalı değil miyiz?
Magandalık sadece eğitimsizliğin ürünü mü? Yoksa, çok daha derinde bir şeylerimiz mi eksik?
Kadına, Avrupa’dan da önce hak ettiği değeri veren Cumhuriyet’in göz kamaştıran ışıklarını, günden güne kaybediyor oluşumuzun da payı yok mu acaba bu ortaçağa sürüklenişte?..
Kadınlar Günü’nde, kadınlar, önce erkekler tarafından anlaşılmayı bekliyor. Ama belki ondan da önce, kimi kadınların çağı algılamasına çok büyük ihtiyaç olduğunu üzülerek fark ediyor.
Oranı çok yüksek olmasa da, kadınları anlayan, en azından anlamaya çalışan erkeklerin hakkını da yememek gerekir.
İyi ki varlar.
Gerisi, kadınların kendi sorunlarına bilinçli biçimde ve örgütlü olarak sahip çıkmalarına, seslerini duyurmalarına ve kendilerini anlayanların sayısını artırmaya çalışmalarına kalıyor.
Ezilmeden ve kimseyi de ezmeye kalkışmadan…