Görünen o ki; Türkiye'de gerek iktidarın ve gerekse muhalefetin, emperyal güçlerin güdümündeki sömürgeci politikalarla bir sorunu yoktur.

-Ve de toplumun itirazlarını arkasına alan her iktidar, emperyal politikalara ve onun yerli işbirlikçilerine hizmet eder olmuştur.

-Bu anlayış 1950'den bugüne hep böyle olmuş, bağımsız bir politika izlenmemiştir.

-Özellikle de ABD ve Batı'nın hoşgörüsüne, hatta onayına sığınılmıştır.

-İktidarlar hangi çizgide olursa olsun, darbeciler ne kadar Atatürk derse desin

NATO'ya, ABD'ye ve AB'ye sadakatlarını sunmuştur.

***

Ayrıca bu ülkede, hiçbir siyaset kendini asla sorgulamamıştır.

CHP'de:

-1950'den bu yana (derme çatma çok kısa devreli Ecevit hükümetleri dışında), yani 70 yıldır neden iktidar olunamadı diye sorulmamıştır.

-İşçiden, köylüden, emekliden, genel olarak emekçiden yana göründüğü halde, bu kitleler neden oy vermedi ya da vermiyor diye sorulmamıştır.

-Özellikle 2000'den bu güne yapılan tüm genel seçimleri, yerel seçimleri, referandumları, cumhurbaşkanlığı seçimlerini neden kaybetti diye sorulmamıştır.

AKP'de:

-Kurulduğundan bir yıl sonra Türkiye'nin en büyük partisi nasıl oldu, nasıl birden meclisin çoğunluğunu ele geçirdi diye sorulmamıştır.

-Cemaatle kavgaya rağmen...

-Cumhuriyetle hesaplaşıyor görüntülere rağmen...

-İstanbul sermayesi ile kavgaya rağmen...

Ve gelir farklılığının çok açılmasına, işsizliğin artmasına, yoksulluk sınırının daha da genişlemesine rağmen bu destek neden diye sorulmamıştır.

***

Elbette sorulmayan yalnız bunlar değildir.

MHP'de, "Aynı yolda yürüdüğümüz arkadaşlarımız yollarını neden ayırdı, bugün neden düşman kamplara dönüştük" diye sorulmamıştır.

-Bugün yolları ayrılmış olan Abdullah Gül, "Cumhurbaşkanlığı döneminde AKP'nin neyine itiraz etti" diye sorulmamıştır.

-Ve yine yolları ayrılan Davutoğlu ve Babacan, "görevleri süresi içinde hangi politikaya itiraz etti de yolları ayrıldı" diye sorulmamıştır.

-İster istemez bu sorulara verilebilecek cevaplar, bu siyasi oluşumlara karşı bir kuşku uyandırır olmuştur.

Yani "siyaset yeniden mi dizayn ediliyor" sorusunu akla getirir olmuştur.

***

Eğer bu sorular sorulsa, sorgulamalar yapılsa idi...

Ve de başaranların başarısının, başaramayanların başarısızlığının ciddi ciddi bir analizi yapılsa idi...

"Türkiye'deki siyaseti ve iktidar güçlerini, özellikle düzenleyen bir başka güç mü var" sorusu akla gelebilirdi.

Nitekim bu konuya açıklık getiren bir ifadeyi, eski istihbaratçı Mahir Kaynak yıllar önce söylemişti. Ve "Türkiye'de nasıl bir iktidar isteniyorsa o oluyor; halk sadece bunu onaylıyor" demişti.

Yani görünen ama görmediğimiz ya da görmek istemediğimiz güçler, bu ülkede nasıl bir iktidar istiyorsa o oluyor demişti.

İktidarla muhalefetin asla barışık olamadığı bir Türkiye siyasetini yönlendirmek ve hükmetmek de herhalde zor değildi.

Galiba Türkiye'de olan da bu idi.

***

31 Mart ve 23 Haziran 2019 yerel seçimleri ile esen rüzgâra bakılırsa:

Bugün ufukta, laik kesimin iktidar olması ya da iktidara ortak olması gibi bir olasılık gözükür olmaktadır.

Özellikle umutlar Erdoğan karşıtlığına kilitlenir, İslamcı kesimin içindeki kavgaya bağlanır gibi olsa da siyasal, sosyal ve ekonomik nedenler, çevredeki politik oluşumlar böyle bir olasılığı beslemektedir.

İşte bu nedenlerle; bu kavgada toplumun biriken enerjisi, artık emperyal politikalara ve onun yerli işbirlikçilerinin hizmetine sunulup çarçur edilmemelidir.