Son günlerde ülkemizin siyasal gündemi o kadar yoğun ve değişken ki, insan anlamakta ve yorumlamakta güçlük çekiyor. Yıllarını Devlet yönetiminde geçirmiş siyasetçiler ve yine yıllardır ülke siyasetini yakından izlemiş duayen basın mensuplarını televizyonlarda izliyor ve basından okuyorsunuz, görüyorsunuz ki,  onlar da gündemi okumakta ve yorumlamakta güçlük çekiyorlar, çelişki içindeler.

Ben elbette kimin söyledikleri doğru, kimin söyledikleri yanlış öngörüsünde bulunmayacağım. Ama bu ülkenin düşünen, okuyan, ülke sorunlarına kafa yoran bir insanı olarak olaya başka bir boyuttan bakacağım.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin en üst kademesindeki istifa veya emeklilik flaş haber olarak geçtiğinde bir kısım siyasetçi ve gazeteci böyle bir duruma ne Türkiye Cumhuriyeti’nde ne de Osmanlı dönemlerinde rastlandığını söylediler. Bu durumu ülkemizde büyük bir kaosun başlangıcı olarak değerlendirdiler. Daha çok yandaş medya olarak tabir edilen kesim ile iktidarı her vesileyle savunan yazarlar ve akademisyenler “Eh.. işte artık ülkemizde demokrasi rayına oturuyor. Gerçek demokrasiye adım adım yaklaşıyoruz” biçiminde söylemler geliştirdiler. Gelin siz bu kafa karışıklığının içinden nasıl çıkarsanız çıkın.

Şimdi demokratik ülkelerde ordu elbette kendi işiyle uğraşır. Sivil siyasete sürekli müdahale etmek gibi bir düşüncesi de yoktur. Ama öyle ki, bizim ordumuz sürekli ihtilal yapmak, idareyi ele geçirmek için fırsat kollayan bir kurum konumuna sokuldu. Oysa, kimsenin ihtilal yapmak, yönetimi ele geçirmek gibi bir niyetinin olmadığı apaçık ortada. Son askeri müdahale olan 12 Eylül ile “En kötü sivil idare bile en iyi askeri rejimden daha iyidir” sözü ve düşüncesi askerin de vatandaşın da zihnine kazındı. Bu ülkenin ordusu daima ülkeyi yönetenlerin emrinde oldu. İşte bir dönemin Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş paşa. Dönemin Başbakanı Tansu Çiller için “Başbakan bana Tak der emir verir. Ben Şak der o emri yerine getiririm” dediği için adı “Takşak” paşaya çıkmıştı.

Efendim YAŞ toplantısında şöyle oturuldu, böyle oturuldu. Orduya gözdağı verildi. Ve ülke birdenbire demokratikleşti. İşte benim üzerinde durmak istediğim husus bu. Öyle ise bugünden itibaren Türkiye dünyanın en demokratik ülkelerinden birisi mi oldu? Yayınlanmamış kitabı yüzünden günlerdir cezaevinde tutuklu bulunan gazetecimizden tutunuz, sırf iktidarın hoşuna gitmeyen yazılar yazdıkları için tutuklu bulunan onlarca gazeteci ve Mehmet Haberal gibi değerli bir bilim insanı aylardır ne ile suçlandıklarını dahi bilmeden cezaevlerinde ömür çürütüyorlar. Ülkenin dört bir yanı terör yangınının içindeyken ordunun komuta kademesi yine cezaevlerinde çile çekiyor.

Olsun bunlar demokratikleşme adına normal şeyler. Son YAŞ toplantısında çekilen resim ülkemizin demokratikleştiğinin belgesi olarak köşe bucak her yere asılmalı…