1980 öncesinde toplumsal şikâyet, mahallelerin paylaşılmasıydı. Kimse kimsenin mahallesine giremiyor, kimse kimsenin dediğini anlamıyor diye şikâyet edilirdi.

-Toplumsal felaketler bu olgu üzerine inşa edilmişti.

-Sanki bir el, bu koşulları bir amaca yönelik hazırlıyordu.

-Önce sağ-sol çatışmaları biçiminde görünürken, Alevi-Sünni çatışmasına dönüştürülmüştü.

Yani 12 Eylül şartları böyle hazırlanmıştı.

Türkiye bu oluşumlardan bir şey kazanmamıştı, ama çok şey kaybetmişti.

Sanırım şimdi kaybedilecek şey, daha da büyük olacak gibidir.

* * *

“12 Eylül Darbesi” ve de özellikle “24 Ocak Kararları” ile ülke ekonomisi, Batı ekonomisine entegre edilmeye çalışıldı. Öyle de oldu.

Sosyalist sistemin dağılmasıyla da ABD tarafından, hem bölgenin hem de Türkiye’nin yeniden mevzilendirilmesi hedeflenmiş, Türkiye’nin dizayn edilmesi gündeme alınmıştı.

Çünkü ordunun kurmay takımından “farklı sözler” duyulur olmuştu. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç’ın ağzından bu “farklı sözler” yüksek sesle ifade edilmişti.

Nitekim Tuncer Paşa, 7 Mart 2002’de Harp Akademileri Komutanlığı’nın düzenlediği “Türkiye’nin Etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur” konulu sempozyumda, “Türkiye AB’den yardım görmemiştir. Türkiye, ABD’yi göz ardı etmeksizin Rusya ile birlikte İran’ı da içerecek yeni arayış içinde olmalıdır” demişti.

Bu sözler ve bu milli duruş, Tuncer Paşa’nın kişisel görüşü gibi sunulsa da kurmay takımının genel bir bakışı olduğu kuşkusuzdu.

Nitekim bu sözler, siyasette ve basında bir bomba etkisi yaratmış, özellikle ABD’nin ve genelde Batılı emperyal güçlerin gündemine alınmıştı.

* * *

Elbette, önce bu kurmay takımı temizlendi.

Ve de bu temizleme işleminde, inancını ABD’nin hizmetine sunmuş olan bir cemaat, yani FETÖ örgütü kullanıldı. Nitekim Balyoz ve Ergenekon davalarıyla bu kurmay takımı ordudan tümüyle temizlenir oldu.

Siyaset, zaten “Ilımlı İslam” projesiyle düzenlenir olmuştu.

Ne yazık ki, iktidarla muhalefet arasındaki sokak jargonuna dönüşmüş kavga, arkadaki bu sinsi projeyi görmeyi engelledi. Adeta siyasal bir körlük oluştu.

Öyle ki, “15 Temmuz Darbe Kalkışması” bile yeteri kadar inandırıcı bulunmadı, iç politik kavgada bu cemaate sıcak bakılır gibi bir anlayış gelişti.

Özellikle de her “Salı Grup Konuşmaları”, bu kavganın siyasi arenasına dönüşür oldu.

* * *

Bu nedenlerle 07 Ekim 2019 “Salı Grup Konuşmaları Üzerine” başlıklı yazımda:

1 Ekim 2019 Salı… Meclis açıldı. Yine ‘Salı Grup Konuşmaları’ başlayacak. Ve barışa giden yolların değil ama siyasal çatışmanın yol taşları döşenecek; toplumsal yarılmanın koşulları canlı tutulacak” demiştim.

Bugüne kadar yapılan tüm grup konuşmalarında:

“Kin ve nefret ekilmişti, yine ekilecek. Toplumdaki öfke yükseltilmişti, yine yükseltilecek. Toplumun kimyası bozulmuştu, yine bozulacak” demiştim.

Bu nedenle, “Amacının dışına çıkan bu grup konuşmaları olmamalıdır” demiştim.

* * *

Siyaset erdemli bir işlevdir, ama bizde saygın olmayan bir terime dönüşmüştür.

Siyasetçilik topluma hizmet etmektir, ama bizde neredeyse “çıkarcılık, dolandırıcılık…” gibi anlamlar yüklenmiştir.

Ve de bizde siyaset, siyasi bir şovmenliğe dönüşmüş; siyasi parti sözcüleri ise birer “siyasi şovmen” olmuştur.

Elbette, Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın şiddetlenmesine paralel olarak gazeteler de “gazete” olmaktan çıkmış, sanki birer “mücadele bülteni” olmuştur.

Yazarların paylaşıldığı, şairlerin paylaşıldığı ülkemizde anneler paylaşılmış, gazeteler paylaşılmış, köşe yazarları paylaşılmış, TV’ler de paylaşılmıştır.

Ve TV haber sunucuları da haber sunmaktan öte, birer “siyasi amigo” olmuşlardır.

Günümüz Türkiye siyasetinin, yazılı ve görsel basınının görüntüsü maalesef budur.

* * *

Aslında amigoluk ve şovmenlik de kendi alanında saygın bir meslektir.

Amigoluk, genelde spor yarışmalarında seyirciyi coşturan kimsedir; İspanyolcadan dilimize bulaşmıştır. Şovmen ise gösteri yapan kişidir; dilimize İngilizceden bulaşmıştır.

Ama haber sunucuların siyasi amigoluğu, parti sözcülerinin siyasi şovmenliği, amigoluk ve şovmenliği de lekeler olmuştur.

Ve bugün Türkiye Libya üzerinden, Suriye üzerinden ve de özellikle Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerinden sıkıştırılırken, baskı altına alınırken…

Siyasi amigoluk ve siyasi şovmenlik, öteden beri Türkiye’yi yeniden mevzilendirmek ve dizayn etmek isteyenlere, istenilenden daha fazla bir ortam hazırlar olmuştur.