Başbakan Davutoğlu görevini bırakıyor ya da bıraktırılıyor. Buna muhalefet "4 Mayıs Saray Darbesi" dedi. Herhalde en uygun ifade bu olsa gerek.
Davutoğlu, Erdoğan kararıyla 27 Ağustos 2014'te yapılan kongrede Genel Başkan seçilmiş, ardından başbakan olarak atanmıştı.
Yine Erdoğan'ın kararıyla 22 Mayıs 2016'da yapılacak olağanüstü kongrede görevini bırakacak; yeni bir Başbakan ve yeni bir hükümetle yola devam edilecek.
Peki, bu gelişmeler nasıl değerlendirilmeli? Bu gelişmeleri ülke siyasetinde neyin mesajı olarak okumalı?
Herhalde konuya birkaç yönden bakılır olmalı.
* * *
Birincisi...
-Seçimlerde başarısız olan muhalefet liderleri koltuklarını bırakmazken ve de bırakmamak için direnirken, sürekli seçim kazanmış bir partinin başkanı Davutoğlu, bir direniş göstermeden görevi bırakıyor.
"Yaptığım istişareler sonucunda görevden ayrılmayı uygun gördüm" diyor.
-Bırakma gerekçesi başarısızlık mı? Hayır.
-Bir iç kavga mıdır? Bilemiyoruz. Ama muhalefete göre bir iç kavga var sanılıyor ve de siyaset üretemeyen muhalefet bu kavgadan faydalanmak istiyor.
Yine de kesin bir olasılık, Türkiye'nin siyasal yapılanmasında yeni bir başlangıç noktası olacağıdır.
Yani bu gelişmelerin göstergesi Türkiye'nin fiili olarak yeni bir döneme girmenin işareti gibidir. Hatta girdi diyebiliriz.
Aslında cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle fiilen yeni bir sisteme geçmiş olan Türkiye, uzun süredir dillendirilen "çift başlılık'tan tek başlılığa doğru, yani başkanlık sistemine giden yola girmiş durumdadır.
* * *
İkincisi:
Ahmet Davutoğlu'nun neden tasfiye edildiğidir.
-Herhalde belirleyici iradenin temsilcisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan için, içerden ve dışardan yapılabilecek kumpaslardan duyulan kuşkudur.
-Paralel devlet yapılanması ile mücadeleden duyulan kuşkudur.
-Yeni bir anayasa ve başkanlık sistemine geçilmesi çalışmasında duyulan kuşkudur.
-Daha da genel olarak yeni sistemin inşasında bir yol kazası olabilme kuskusudur. Yani Turgut Özal'ın durumuna düşmemektir diye özetlenebilir.
* * *
Üçüncüsü:
-Toplum, partili bir cumhurbaşkanına alıştırılmış gibidir. Yani bir ölçüde Erdoğan'ın hem Cumhurbaşkanı hem de AKP Genel Başkanı gibi durmasına alışılmıştır diyebiliriz.
-Aslında siyaset de bu yapıyı kabullenmiş gibidir. İşte bu olgular, diğer bir ifadeyle fiili başkanlık sistemine alışılmış demektir.
* * *
Dördüncüsü:
Şu "helallik" meselesi ve de muhalefetin tavrı... Davutoğlu helallik isteyebilir, onun hakkıdır. Ama...
-Günlerce, aylarca, hatta yıllarca onlar bu ülkeyi sattı denildi mi, denildi.
-Yine günlerce IŞİD'e silah gönderiyorsunuz denildi mi, denildi.
-Maden ocakları faciasında, şehit cenazelerinde, doğudaki çatışmalarda, kadına şiddet ve taciz olaylarında Davutoğlu ve hükümeti en ağır sözlerle suçlandı mı, suçlandı.
-Bu hükümete hırsız denildi mi, denildi.
-Özellikle Kılıçdaroğlu, 19 Nisan 2016 grup konuşmasında "gayet açık ve net söylüyorum: Davutoğlu da, abisi de terör örgütlerine yardım ve yataklık yapmışlardır" dedi mi, dedi.
Peki, Davutoğlu ne demişti Kılıçdaroğlu için?
"Ben onu artık adam sınıfından saymıyorum, adam müsveddesi demeyi bile kendisine çok görüyorum" demişti.
"CHP'nin başındaki tedaviye muhtaç patolojik bir vaka... Tıbbi muayeneden sonra ahlaki muayeneden geçirmek lazım" demişti.
"Kılıçdaroğlu hatasını fark edecek düzeyde bir akla sahip olmadığını göstermiştir. Siyasetimiz bu hasta adamı hak etmiyor" demişti.
Aslında bu hakaretler, Kılıçdaroğlu'nun şahsında CHP'ye yapılan hakaretler idi.
O halde Kılçdaroğlu'nun, "Helallik boynumuzun borcudur, tüm haklarımızı helal ediyoruz" demesi, "Davutoğlu'nu da savunmak bize düştü" demesi neyin nesi?
Bilinmeli ki, bu helallik bir siyasi olgunluk değildir, Bununla siyasi bir kazanç olmaz.
Bununla iyi adammış denilmez. Artık o dönemi eleştirme hakkını da kaybetmiş olursunuz.
* * *
Görünen o ki;
AKP'deki gelişmeler, yine gündemi belirlemekte...
Siyaset üretemeyen muhalefeti de peşine takarak Türkiye siyasetinin geleceği tayin edilmekte...