Türkiye’de ekonomik krizler, özellikle de finansal krizler, iktidarla muhalefet arasında iç politika aracı olarak kullanılmakta; küresel sermaye ve küresel politikalar ve onların yerli taşeronları, yerli işbirlikçileri hep göz ardı edilmekte.

Oysaki kriz dönemlerine baktığımızda, tüm siyasi kimliklerin iktidar dönemleri görülür olmaktadır.

Örneğin:

1994 krizi, DYP-SHP Koalisyonu döneminde yaşanmıştır. Başbakan Tansu Çiller, yardımcısı Erdal İnönü, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir.

2001 krizi, ANAP-DSP-MHP Koalisyonu döneminde yaşanmıştır. Başbakan Bülent Ecevit, yardımcısı Mesut Yılmaz, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’dir.

Özellikle Sezer’in Ecevit’e anayasa kitapçığını fırlatması, krizi daha da büyütmüş, siyasi bir krize dönüştürmüştür.

2008 krizi, AKP iktidarı dönemidir. ABD’de MORTGAGE krizi denilen küresel bir finans krizidir. Tüm dünyayı sarsmıştır. Kapitalizmi şu ya da bu ölçüde yaşayan tüm ülkelerde büyük bir kriz dalgası yaratmıştır.

Özellikle AB ülkelerinde, krize karşı “devletçi ekonomi” konuşulur, hatta “devletçi ekonomi sistemi” bir ölçüde uygulanır olmuştur.

***

Kapitalizmin yaşadığı en büyük kriz 1929 krizidir.

Türkiye o dönemde, ana ekseni ulusal tasarrufa ve planlı bir birikim sistemine dayalı “devletçi ekonomi” modeli ile küresel kapitalizmin yıkıcı dinamiklerinden korunabilmiştir.

Ama Türkiye, 1946’dan itibaren kuruluş döneminin ekonomi politikalarından uzaklaşıp, küresel kapitalizmin eksenine girmesiyle bu krizlerden kurtulamaz olmuştur.

Nitekim iktisatçılara göre Türkiye, sarsıcı ya da sarsıcı olmayan 1946, 1958, 1960, 1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2001, 2008, 2018 krizlerini yaşamıştır.

Ve bugünlerde, tüm dünya ülkelerini sarsan pandeminin de etkisiyle yeni bir kriz yaşanır olmaktadır.

Türkiye; özellikle 24 Ocak kararları ile piyasa sistemine geçilmesi, 12 Eylül 1980 darbesiyle bu kararların uygulanır olması, ülke ekonomisinin küresel sisteme ve küresel sistemin finans kurumlarına teslim edilmesi ile bu krizlerden hiç kurtulamaz olmuştur.

Özetle bugünkü Türkiye ekonomisi, 24 Ocak kararları ile açılan kulvarda oluşmuş, toplumsal refleksler bile bu kulvarda şekillenir olmuştur.

***

Evet, 24 Ocak kararlarıyla adeta yeni bir kuşak yaratıldı ve o gün doğanlar bir ay sonra 42 yaşında olacak.

Elbette bu yaş grubu en aktif, en üretken bir yaş grubudur.

Ama bu yaş grubu, piyasa sisteminin refleksleriyle yetişir oldu.

Bu kuşağın beyinleri, piyasa siteminin değerleriyle dolduruldu.

Bu yaş grubunda, toplumcu refleksler olabildiğince tırpanlandı.

68 kuşağının toplumcu kavgası, bu kuşağın zihninden silinmeye çalışıldı.

Ve de özellikle bireysellik, bir yaşam biçimine dönüştürülür oldu.

Öyle ki, cebinde 100 doları olan bile, doların yükselmesine sevinir oldu.

***

Küresel kapitalizmin Türkiye’ye biçtiği böyle bir sistemle, yani piyasa sistemiyle özelleştirmelerin de önü hızla açılır oldu.

Küresel güçlerin Türkiye’deki taşeronları ve de işbirlikçileri ise böyle bir sistemin yerleşmesine oldukça katkı sağlar oldular.

Bu nedenle bir soralım:

Siz, TÜSİAD’ın özelleştirmeye karşı bir açıklamasını hiç duydunuz mu?

Siz, iktidar ve muhalefetin böyle bir sistemi eleştirdiğini hiç duydunuz mu?

Eğitim ticari bir sektöre dönüştü ise…

Sağlık ticari bir sektöre dönüştü ise…

Siz, iktidar ve muhalefetin “sağlık ve eğitimin özelleştirilmesine karşıyız” dediğini ya da bunun kavgasını verdiğini hiç duydunuz mu?

Ama yapılan kavga bir iktidar kavgası olmakta, sistem asla sorgulanmamakta, kapitalizmin sömürü yüzü gözden kaçırılmaktadır.

Başkanlık ya da parlamenter sistem tartışmasında bile, kapitalizmin vahşi yüzü adeta gizlenir olmaktadır.

Elbette krizin yalnız bir seçim aracı olarak kullanılır oluşu, asıl yaratıcısı olan kapitalizmi gölgelemektedir.

İşte siyaset, krizin yaratısı olan bu sistemi göremez ve sorgulayamaz olduğu sürece, kapitalizmin vahşi yüzünü göremediği sürece, bu krizler her dönem yaşanacaktır ya da yaratılacaktır. İktidarlar değişse bile…

Nitekim 1977 seçimlerinde büyük bir milli heyecan yaratan Ecevit döneminde, birden bire yağ ve mazot kuyrukları oluşturulmuştu. Ecevit iktidardan gittikten sonra da birden bire yağ da mazot da piyasaya çıkmıştı.

Sonuçta krizin asıl yaratıcısı görülmelidir, sorgulanmalıdır. Ve de Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki 1929 krizinde olduğu gibi, milli bir politika geliştirilmelidir.