31 Mayıs, hiç ummadığımız bir
mucizenin başlangıcı oldu, İstanbul Taksim Meydanı Gezi Parkı direnişi ile. 77
il’e yayılan bu eylemlerle, gençlik Atasına layık olduğunu, onun kendisine
emanetine her koşulda sahip çıkacağını olağanüstü bir şekilde kanıtladı.
1980’den sonra depolitize
olduğu zannedilen gençlik, pek de her şeyden bihaber değilmiş demek ki. Bu
çarpık düzene, bu çarpık eğitime rağmen kendini yetiştirmiş, bilinçlenmiş de
ülkesine sahip çıkarak bir mucizeyi başlatmış. Bu gençlerle gurur duyulmaz mı?
Elbet Gezi Parkı bahane, asıl
amaç Cumhuriyetini yedirmemek. Her ne kadar hükümet yanlıları “Erdoğan’ı
yedirmeyiz” deseler de, gençlerin amacı da Atatürk’ü, ulusal bayramları ve laik
Cumhuriyeti yedirmemek. Haksızlar mı? Kolay yedirecek kadar, kolay kazanılmadı
ki bu değerler.
Gençlerin vazgeçemeyecekleri
bir dünya varlıkları yoktur. Kanları deli akar. Yiğittirler, inançları ve
insani değerleri uğruna ölümü bile göze alırlar. Atamız bu özelliklerini
bildiği için, ülkenin geleceğini onlara teslim etmedi mi?
Bu kadar bilinçlenmelerinde,
kolay organize olmalarında, en büyük rolü oynayan sosyal medyaya, nasıl düşman
olmasın AKP ve yandaşları.
Hele de gençlerin sosyal
medyadaki yaratıcılıklarını, yeteneklerini gördükten sonra. Gençler sosyal
medya edebiyatı yarattılar adeta. Eylemlerde kullandıkları sloganlar bunların
kanıtı değil mi?
Gezi Parkı direnişi
engellenince Duran Adam eylemi devreye girmedi mi? (Sanatçı Erdem Gürbüz’ün bu
buluşu nerede ise tüm dünyaca benimsendi. Yaratıcılığın sınırı yok yani.)
İktidardakiler teknolojik
yenilikleri kullanmak, ülkenin tüm olanaklarını kullanmak gibi, yalnız kendi
tekellerinde olsun istiyorlar. Sosyal medyaya da bu yüzden ayar vermeye,
müdahaleye kalkışıyorlar.
Başbakanımızın, gençlerin
başta Gezi Parkının korunması olmak üzere, yedi maddelik isteklerini hiçe
sayarak, Topçu Kışlasını da yapacağız, Atatürk Kültür Merkezi’ni de yıkacağız.
Taksimi de istediğimiz gibi düzenleyeceğiz diye inatlaşıp, yirmi günün sonunda,
polisi gençlerin üstüne salarak, onları orantısız güçle perişan etmesi ve
“Polisimiz destan yazdı” şeklinde müdahaleyi beğenmesi, nasıl bir duyguyla,
nasıl bir kinle açıklanabilir acaba?
Yumuşamamasının nedeni, 11
yıldır her istediğini sıra ile, toplumun fazla tepkisini almadan
gerçekleştirebilmesi olsa gerekir.
Hep öyle gidecek, öyle
gitmesi gerek zannediyorlar.
Ülkenin kâr yapan kuruluşları
(KİT’ler) tek tek yok pahasına satılırken, sözde ordunun darbe ihtimalini
ortadan kaldırmak için, yüzlerce üst düzey askerini (eski Genel Kurmay Başkanı
da dahil) ve muhalif gazetecileri, bilim adamlarını tutuklayıp uydurma
belgelerle yargılarken, insanların yaşam tarzlarına kadar karışırken dişe
dokunur bir muhalefet olmayınca, bu ülkeyi hepten sahipsiz zannettiler ve hala
o havada herhalde idare edebiliriz diye düşünüyorlar.
Polis devletine dönüştürülen
ülkemizde, Cumhuriyet tarihinde eşi görülmemiş, bardağı taşıran Gezi Parkı
olayı ile biber gazlı başlayan bu direnişi de, polisin toma’lı orantısız gücü
ile bastırmış olsalar da, gerçekten “Cin şişeden çıktı” ve korku imparatorluğu
sallandı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz.
Bu olayın sonunda bir büyük
hata daha yaptılar ki, insanlık yönünden affedilmesi mümkün değil. O da Sağlık
Bakanlığınca, bu direnişte polis müdahalesi ile yaralananlara bakan doktorların
suçlu görülüp kelepçelenip götürülmesi ve haklarında suç duyurusunda
bulunulması. Yani onlardan Hipokrat yeminini bozmalarını istediler.
Pes artık denmez mi?