Bu toprağın sesi, bu toprağın dili olan ozanlar...

Bu toprağın kulağı, bu toprağın gözü olan ozanlar...

Ve bu topraklara sevgi ve hoşgörü tohumunu eken ozanlar...

Ve de Türk dilini, şiirlerinde en özgün biçimiyle yaşatan ozanlar...

Bunlardan biri de "Sivas ellerinde sazım çalınır / Karlı dağlar bölük bölük

bölünür" diyen ve cumhuriyet döneminin halk şiirine ve de halk edebiyatına damgasını vuran büyük ozan Âşık Veysel idi.

***

O Veysel ki:

"Nesimi'ye sordular, yârin ile hoş musun / Hoş olayım olmayayım, O yar benim kime ne" diyen ve boynu vurulup derisi yüzülen, 14'üncü yüzyıl ozanı Seyid Nesimi ile...

15'inci ve 16'ncı yüzyıllarda yaşamış Yemini, Fuzuli, Hatayi, Virani, Pir Sultan ve Kul Himmet olarak bilinen "Yedi Ulu Ozan" ile aynı havayı soluyandı.

Ve "Hararet nardadır sacda değildir / Keramet baştadır tacda değildir / Her ne ararsan kendinde ara / Kudüs'te Mekke'de Hacda değildir" diyerek, ta 13'üncü yüzyıldan bugüne seslenen Hacı Bektaşi Veli’nin...

Ve "Bir kararda durmayalım / Gel gidelim dosta gönül / Hasretinden yanmayalım / Gel gidelim dosta gönül" diyen Yunus Emre'nin...

Ve "Bu adem dedikleri / El ayakla baş değil / Adem manaya derler / Suret ile kaş değil" diyen Kaygusuz Abdal'ın...

Ve Kazak Abdal'ın ve Gevheri'nin ve Edip Harabi'nin...

Ve Seyrani'nin ve de Karacaoğlan'ın açtığı yolda yürüyendi.

***

Ve Davut Sulari, Aşık Pervani, Âşık Büryani ile...

Ve Feyzullah Çınar, Dertli Divani, Âşık Daimi ile aynı rüzgarı yaşayan...

Ve bugün hayatta olan ya da olmayan Ali Ekber Çiçek, Ali Kızıltuğ, Arif Sağ, Musa Eroğlu ile...

Ve Sivas'ta yanan Hasret Gültekin, Muhlis Akarsu, Nesimi Çimen ile...

Ve Cumhuriyet döneminin Pir Sultanı diyebileceğimiz Mahzuni ile...

Ve de daha nice Alevi halk ozanları ile aynı ruhu yaşayandı.

***

-Onlar ki omuzlarında sazı, heybelerinde sözü ile...

-Onlar ki umut dağıtan yüreği, güven veren yüzü ile...

-Onlar ki dosta kenetlenen eli, haykıran dili ile...

İlmik ilmik ördüler Alevi kültürünü; ilmik ilmik ördüler Anadolu halk kültürünü.

Ve onlar:

Halkın dili olup konuşarak, halkın gözü olup görerek, halkın kulağı olup duyarak ürettiler bu kültürü.

Ve de onlar:

-Zorbaya ve zorbalığa sözleriyle direndiler.

-Halkın dilinde bitmeyen türküye, gönlünde sönmeyen çıraya dönüşerek çevresine güç verdiler.

Yani Âşık Veysel böyle bir kültürün içinde doğdu, böyle bir kültürle mayalandı, böyle bir kültürü yaşayarak ve de yaşatarak, geleceğe devrederek gitti.

***

Aşık Veysel 25 Ekim 1884'te Sivas'ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğdu.

Yedi yaşında o dönemde çevrede yaygın olan çiçek hastalığına yakalandı, sol gözünü kaybetti. Bir kaza sonucu da sağ gözünü kaybetti.

İki gözü de görmez olan Veysel, babasının hediye ettiği bir bağlama ile müzikle tanıştı. Pir Sultan, Karacaoğlan, Dertli gibi ünlü halk ozanlarının eserlerini okudu.

1 .Dünya savaşı döneminde herkesin cepheye gitmesiyle iyice yalnızlaşan Veysel, tek dostu olan bağlamasıyla kendini müziğe vererek içinde yeni bir dünya yarattı.

***

Önünü açan ve Türkiye sahnesine çıkaran ise Ahmet Kutsi Tecer olmuştu.

1930'lu yıllarda Sivas Milli Eğitim Müdürü ve Edebiyat öğretmeni olan Ahmet Kutsi Tecer, "Halk Şairlerini Koruma Derneği"ni kurmuştu. 1931'de üç gün süren "Halk Şairleri Bayramı" düzenlemiş, "Cumhuriyet ve Gazi Mustafa Kemal üzerine şiirler" istenmişti.

O gün, Veysel'in ilk şiiri olan "Atatürk'tür Türkiye'nin ihyası" şiiri çok büyük ilgi görmüştü. İşte bu şiir, Veysel'in köyünden dışarıya çıkmasına neden oldu.

Bu şiiri, Atatürk'e kendisi okumak istemişti ama ulaşamadı ve de okuyamadı.

Ama Köy Enstitüleri'nde saz hocalığı yaptı. Arifiye, Çifteler, Gölköy, Akpınar, Hasanoğlan gibi Köy Enstitülerinde halk müziğini anlattı.

1965 yılında TBMM tarafından özel bir kanunla "müziğe katkılarından" dolayı kendisine maaş bağlandı.

Ve bu büyük ozan, tüm müzik dünyasının dillerinden düşmeyen ve de asla düşmeyecek olan onlarca eser bırakarak 21 Mart 1973'te hayatını kaybetti.