Canlıların en geniş yaşam alanına "doğa" denir. Kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren, canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların ilişkisinde çelişme ve çatışma doğanın, yaşamın motor gücüdür. Bir diğer anlatımda ise doğa, “Bir kimsenin eğilimlerinin, içgüdülerinin hepsi, huy” olarak da ifade edilir.

“Canlı ve cansız varlıklar” ifadesinin kapsamına deniz, dağ, ova, orman vb.nin oluşturduğu fiziksel dünyanın da girmesi kaçınılmazdır.

Canlı ve cansız maddelerden oluşan varlıkların ilişkisinde çelişme ve çatışma doğanın, yaşamın motor gücü olduğunu söylediğimiz anda şiddet olgusuna da değinmemiz gerekecektir. Doğanın bütününde şiddet, bir içgüdü olarak yaşam mücadelesinin itici gücüdür. Yaşam mücadelesinin iki ana başlığı vardır, beslenme ve üreme… Yaşamın iki ayağı…

Doğa belgesellerini izleyenler için şu anlatacaklarım hiç de yabancı oldukları görüntüler değildir. Otların arasında saklanan aslan uzakta beliren ceylan sürüsünü dikkatle izlemektedir. Sürü geçer geçmez aniden fırlayarak koşmaya başlar. Sürünün en sonunda kalan belki de hasta bir ceylanı yakalayarak beslenme sorununu giderir. Otların arasında oturmuş tokluğun keyfini çıkarırken uzakta bir ceylan sürüsü daha belirir. Aslan kayıtsız bakışlarla ceylanlara bakar. Sanki biraz önce sürünün peşine düşen o değildir. İşte bu görüntülerin özeti şiddetin yaşam mücadelesinin beslenme olgusu için tetikleyici bir içgüdü olmasıdır. Çiftleşerek çoğalan canlıların yaşamında şiddet olgusunu göreceğimiz bir başka boyut eş seçimi ve çiftleşme zamanlarıdır. Bir eş için birbiriyle dövüşen hayvanlar belgesel izleyicileri için hiç de şaşırtıcı değildir. Güçlü olan eşi seçer. Doğanın sürekliliğinde türlerin sağlıklı olarak devamı için bir eleme yöntemidir sanki.

Bir canlı türü olarak insanın içgüdüleri arasında şiddet de vardır. Ancak insanın diğer türlerden farkı içgüdülerinin yanında akıl ve hırs, açgözlülük gibi artılarının olmasıdır.

Biraz önceki sahnedeki aslanın yerine insanı koyarsanız çok farklı görüntüler elde edersiniz. İnsan yaklaşan ceylan sürüsüne elinde tüfeği, hele günümüzde dürbünlü tüfeğiyle ateş edecektir. Vurduğu ceylanların onun yaşam mücadelesiyle, beslenme kaygısıyla bir ilgisi yoktur. Alet yapan tek canlı türü olarak bıçak, mızrak, ok ve yayla geliştirdiği teknoloji silsilesi artık dürbünlü tüfekle tavan yapmıştır. Kendi hemcinsine egemenlik sağlamak için geliştirdiği bombalar, biyolojik ve kimyasal silahlar ise olayın bir başka vahim boyutudur.

Yaklaşan ikinci ceylan sürüsü de insanın hırsı ve açgözlülüğü sayesinde kayıplar verecektir. İnsanda var olan akıl, hırs ve açgözlülük, kendisini doğanın bir parçası, onunla birlikte yaşayan bir tür olarak görmeyi başaramadığından bireysel, toplumsal ve doğa - insan ilişkilerinde bir egemenlik mücadelesine dönüştürmüştür. 

Bu sözlerimizin ışığında şiddeti bir kez daha tanımlamaya çalışalım.

Şiddet, kişi ya da kişilerin, kurum ya da kuruluşların birbirlerine ya da yaşanılan doğa, hayvanlar ve diğer yaşam koşullarına karşı uyguladıkları, bilinçli olarak yapılan, çeşitli amaçlar adına çıkar elde etmek, onlara karşı üstünlük ya da hâkimiyet kurmak, istenilen hal ve hareketlerin elde edilmesini sağlamak, imtiyaz ya da ayrıcalık sağlamak, saygınlık ya da “sevgi” kazanmak, kısacası maddi ve manevi çıkar ve menfaatlerin elde edilmesini sağlamak amacını güden davranışların tümüdür demek doğru olabilir…

Şiddetin kurumsallaşması olarak terör…

Terör, şiddetin kurumsallaşması olarak, yok etme, gözdağı yoluyla karşıt istenci kırmayı ve bastırmayı ve kendi istencinin tanınmasını amaçlar. Örneğin, Japonya üzerine atılan atom bombaları, Almanya’da Dresden'in Bombalanması gibi…

Gerek tarihte ve gerekse çağımızda şiddet, terör ve savaş olgularını değerlendirirken emperyalizm ve küreselleşme kavramlarını da teraziye koymak zorundayız. Çağımızın başat ifadesi emperyalizmdir. Emperyalizm, son dönemde küreselleşme ifadesini kullansa da nihai hedefi bir dünya devleti oluşturmak, bu amaçla da ulus devletleri şehir devletlerine ayrıştırarak kolaylıkla denetleyebileceği küçük yapılar oluşturmaktır.

Bu sonuçlara ulaşmak, dünya devletini kurmak için de en önemli araçları, şiddet, terör, savaştır… Ve kendi gerçek emellerini dünyadan saklamak ve kitleleri yönlendirmek için de kullandığı her türlü medya organıdır. Bu arada finans terörü olarak kara para aklama, sıcak para ile Türkiye ve benzeri ülkeleri denetim altında tutmaktır. Dünya uluslarının yeraltı ve yerüstü kaynaklarına sahip olmak da emperyalizmin bir başka ilgi alanıdır. Silah, ilaç ve gıda tekelleri ise oyunun bir başka boyutudur.

Uzun sözün kısası dünyada savaşların, şiddetin ve terörün baş patronu emperyalizmdir. Baş terörist emperyalizmdir. İşin ironik tarafı ise “küresel teröre karşı mücadele ettiğini söyleyen de bu konuda sempozyumlar düzenleyen de emperyalizmdir. Bu yalanı, dünya uluslarına yutturmanın çaresi ise denetim altına alınmış her türlü medya organıdır. Bu arada Hollywood sinemasının da hakkını yememek lazımdır.

Bu vesileyle “Ben her türlü savaşa, şiddete, teröre karşıyım…” diyenlere bir kez daha seslenmenin zamanıdır.

Televizyonlarda oynatılan filmlere dikkatle bakınız. “7 yaş ve üzeri korku şiddet”, “13 yaş ve üzeri korku şiddet”, “18 yaş ve üzeri korku şiddet”, bazen de “Olumsuzluk yaratan davranış örnekleri” ibareli filmler hemen her saatte oynatılmaktadır. Bu filmlerin ana teması silah, şiddet, terördür. “Ben her türlü savaşa, şiddete, teröre karşıyım” diyenlerden bu filmlere karşı bir tepki duydunuz mu? Ben duymadım, görmedim…

İnsanın söylemi ile eylemi örtüşmediğinde belirleyici olan eylemdir.

Sadece sinema filmleri mi?

Doksanlı yılların sonları… Oğlum ilköğretim 2. ya da 3. sınıf öğrencisi… İşten geldiğimde daha üstümü çıkarmadan ilk işim günün nasıl geçti diye sormak olmuştur. Koltukta televizyon seyreden oğlum hayli kızgın bir sesle, “Çekil be baba…” dedi. İlgiyle izlediği çizgi filmle arasına girmişim meğer… “Tam herifin kolu koptu, kafası kopacaktı…” demesiyle dona kaldım.

Televizyonda eli kılıçlı bir tip önüne geleni kovalayıp duruyordu. Usulca mutfağa geçip düşünmeye başladım. Emperyalizm bir toplum mühendisliği uygulamasıyla çizgi filmleri de ilgi alanına almıştı. Şiddet ve terör içeren bu filmleri izleyerek yetişen çocuklar emperyalizmin her türlü terör ve şiddet uygulamasını doğal bir davranış biçimi olarak algılayacaklardır. Siz buna bir de emperyalizme karşı ülkelerini savunan insanlara terörist damgasının medya üzerinden vurulmasını ekleyiniz. Bu filmlerin bir başka toplum mühendisliği alanı da alt gelir gruplarının çocuklarının potansiyel terörist olmaları için bilinçaltlarına yüklenen yapılan şiddet yüklemesini düşününüz.

Nerede “Ben her türlü savaşa, şiddete, teröre karşıyım…” diyenler? Ne bir ses, ne bir nefes…

Söyleme değil eyleme bakmaya devam ediyoruz.

Dünya devleti peşinde koşan küresel çeteler için Hollywood sinema endüstrisi toplum mühendisliği çalışmasının önemli bir merkezidir. Çekilecek filmlerin senaryoları CIA’nın uzantısı bir yapı tarafından denetlenir. Onay alamayan senaryolar çekilemez, merkezin istediği senaryo değişiklikleri yapılmak zorundadırlar. Öyle ki Hollywood sineması Avrupa sinemasını da silip atmıştır. Avrupa’daki bazı film şirketleri Hollywood şirketleriyle ortak yapımlarla ayakta durmaktadırlar. Yani ipin ucu küresel efendilerin elindedir.

“Ben her türlü savaşa karşıyım” ifadesini diline dolayan kitleler için emperyalizmin yaptığı ve/veya yaptırdığı savaşlara, şiddet ve terör eylemine karşı çıkması ne denli mümkündür? Özgür bireyler olduğu sanısıyla yaşamlarını sürdüren insanların medya kuşatması altında doğru düşünmeleri, haktan haklından yana eylemde bulunmaları mümkün müdür?

İnsanlığın, ulusların baş düşmanı emperyalizmdir. Kitlelere baş çelişmenin emperyalizm ile ulus devletler arasında olduğunu kavratmadıkça, baş düşman emperyalizm, toplum mühendisliği projelerini uygulamaya devam edecektir. Tıpkı “Dereler özgür aksın…” diye eylem yapan çevrecilerin ülkelerinin bağımsızlığı için verilen mücadelelerden uzak durmaları gibi… Tıpkı ülkelerinin bağımsızlığı için mücadele edenlerin ülkenin doğası yağmalanırken yaşananları görmezden gelmeleri gibi… “Koyunun önünde et, aslanın önünde ot” derler ya, küresel çetelerin yaptığı aynen öyle… Yapılacak iş emperyalizme karşı en geniş cepheyi kurarak mücadele etmektir. 

Ezilen ulusların önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle bitirelim yazımızı, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır”…