Yazacak ve söyleyecek o kadar şey var ki, … , neye nereden başlamalı, neyin neresinden ne zaman tutmalı, nasıl tutmalı, ne kadar tutmalı karışık bir ortamdayız. Yazacak ve söyleyeceklerimiz çığ gibi. İçimizdeki çığa, her gün kar yağıyor. Âdeta sorunların altında eziliyoruz. Emin olun şaşkınım ve kızgınım. Küsmüş, pusmuş, sinmiş ve kalemi bırakmış değilim. Fakat yaşadığımız yüzlerce acıların, sıkıntıların arkası kesilmiyor. Yazacak çok şey var biliyorum. Günceli takip etmek, 100 metre yarışına döndü. Yaygın basını ve yerel basını takip ediyorum. Sağ olsunlar eli kalem tutan arkadaşlar yazıyorlar. Ben bu hıza yetişemez oldum, kitaba ağırlık verdim. Biz, düşünen insanların zihni, süre gelen ve hâlen devam eden pek çok sıkıntılarımızla öylesine dolu ki, elimiz iyi şeyler yazamıyor. Bu yüzden dört beş aydır güncele ait yazamıyorum, yazmıyorum. Boş mu duruyorum? Hayır. Yakın dostlarım biliyor. 15 senedir ana konum olmaya devam eden ERMENİ YALANLARI ile ilgili dördüncü kitabıma çalışıyorum. Yani ülkemin sorunlarına ilgisiz değilim. Yüzlerce meselemizden biri de Ermeni yalanları. Ben de soykırım şarlatanlığı yapanlara kitap ile cevap hazırlıyorum.
-
ÇORUM HABER, 6 Şubat 2016 Cumartesi “SEVGİ HAFTASI” başlığı atmış. Selda Fındık kardeşim özellikle dikkatimi çekti, Çorum’da ve ülkemizde sevgiyi, kardeşliği pekiştirelim istiyor. Çok haklı. Toplum o kadar gerildi ki, başımızdakiler toplumu öylesine gerdi ki iyi şeyler yazmak çok zor.
Aslında tam bu ortamda, sevgiye, dostluğa, beraberliğe, kardeşliğe ihtiyaç var. Böyle mi gitsin? Nereye kadar gitsin? Bunun sonu nereye varır diyerek, birilerinin bu kötü gidişe müdahale etmesi, olumsuzlukları azaltmayı düşünmesi takdire şayan bir hareket.
Bu anlayışa, isteğe olumlu karşılık vermek de bize düşer.
Emin olun zorlanarak Selda Fındık kardeşimi desteklemeye çalışacağım.
Yani gerçekten toplum o derece gergin ki, ve kutuplaşma belki de tehlikeli boyutlara gidiyor.
Öyleyse ortamı yumuşatmak ve TOPLUMSAL SEVGİYİ tesis etmek için hepimize bir sorumluluk düşüyor.
Gazetenin manşeti de güzeldi. Ben de şubatın bu ikinci haftasını “TOPLUMSAL SEVGİ HAFTASI” olarak kabul edip bir şeyler yazmak istedim.
GÜLMEYE, SEVGİYE ÇOK İHTİYACIMIZ VAR.
Kanaatim odur ki, büyük olayların ve büyük insanların zuhuru, büyük felâketlerin arkasından geliyor. Derler ya, gecenin en karanlık zamanı sabahın yakın olduğu zamandır. Derler ya, hamileliğin sonu büyük bir sıkıntı ile doğuma doğru gider. Doğum büyük bir sancıdır. O büyük sancının arkasından, dünyaya yepyeni bir can getirmenin ulvî huzuru ve saadetini yaşarsınız.
Bu günleri de, öyle nurlu ve huzurlu sabahlara gebe sancılı günler olarak görüyorum.
BÜYÜK İNSANLARI BÜYÜK OLAYLAR DOĞURUYOR
Bir Müslüman olarak; İslâm dünyasının rezilliği ve Müslümanların yaşadığı büyük acılar, büyük felâketler karşısında, içimiz kan ağlıyor, yüreğimiz sancıyor.
-
İslâm tarihinde iki şey dikkatimizi çeker; biri, toplumlar çok fazla doğru yoldan ayrılır, ahlâksızlaşırsa, Cenabı Allah, onları cezalandırır, yer ile yeksan olurlar. İkincisi toplumlar çok eziyet ve kahır içinde iseler, bir kurtarıcı, bir peygamber gönderilir. Önlerine yeni bir dünya anlayışı, yeni bir enerji ve taze bir hayat çıkar. Nitekim Hz. Muhammed’den önce, Arapların hayatının iyice seviye kaybettiği ve kız çocuklarını diri, diri gömecek kadar insanların vicdanının karardığını biliyoruz.
-
Türk insanı olarak, ülkemizde yaşadığımız sıkıntılar had safhadadır. Hainlerin, bölücülerin sonsuz özgürlük içinde, iyice kudurduğu bir dönemi yaşıyoruz.
-
Geçmişte Millî tarihimizde de böyle sahneler yaşadık. XIX. Asrın başında başlayan Türk dünyasının millî felâketler dizisi karşısında; bütün bir millet, çaresizlik içinde, ellerini kaldırmış; Allah’a şöyle yalvarıyordu.
“Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini,
Yok mudur kurtaracak baht-ı kara maderini.
Ölürsem görmeden millet’te ümmit ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime, vatan mahzûn ben mahzûn”
Namık Kemâl (1840-1888)
Düşünün ki! NAMIK KEMÂL 1840’ta doğmuş ve 1888’de ölmüştü. Gördüğü son felâket, (1877-78) 93 Harbi idi. Hâlbuki Türk Milleti, 93 Harbini mumla arayacağı çok daha kötü günlere gebeydi. 1900’lü yıllar gelecek, Trablusgarb Savaşları, Trablusşark Savaşları, Balkan Savaşları yaşanacak, ardından I.Dünya Savaşı çıkacaktır. Arabistan ve Yemen’de bir milyon insanımız acımasız güneşin harareti altında, çöl kumu gibi kavrulacaktır. Yüz binlerce Türk askeri düşman eline esir düşecektir.
-
İki asır süren mağlubiyetler ve bunun sebep olduğu büyük kayıplar, büyük acılar, büyük trajediler sonunda;
-
TÜRK MİLLETİ, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile topyekûn esir alınacaktır.
On ay sonra ilan edilen 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşması ile Türkler, sadece Karadeniz’e kıyısı olan dar bir köşeye sıkıştırılacaktır.
Aslında bu da son değildir. Bu durum, daha kötü günlerin başlangıcıdır. Türk Milleti zaten iki asırdır gözyaşı dökmektedir.
-
Son bağımsız, büyük Türk Devleti, askerî ve siyasî alanda kaybedecektir. Artık anaların dökecek bir damla gözyaşı, babaların akıtacak bir damla kanı kalmayacaktır.
Karşımıza dünyada emsali görülmemiş galibiyetin mümessili düşmanlar çıkacak ve beş bin yıllık istiklâlimize kastedecektir. Düşmanlar, cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kalelerini zapt edecek, bütün tersanelerimize girecektir. Ordumuz dağıtılacak, memleketin dört köşesi bilfiil işgâl edilecektir. Millet fakr u zaruret içinde, harab ve bîtab düşecektir.
(SÜRECEK)