Yine 1990’lı yıllardaydı. Okul yeni öğretime başlayacaktı. Seval Hanım artık beni tanımıştı. Okulun açılışında benden bir konuşma yapmamı istedi. Ben de bu defa Endüstri Meslek Liseleri için yazdığım ve Keşiş Dağı adlı kitabımda da yer alan Bilimin Tekniğin Sesi adlı şiiri okumanın daha uygun olacağını söyledim.

Seval Hanım, sevindi ve programa aldı. O günkü açılışa, arkadaşların belirttiğine göre bu şiir damga vurmuştu. Şiir baştan sona meslek liselerini anlatıyordu ve açılışta müthiş bir coşku yaratmıştı. Şiirin bazı dizeleri şöyleydi:

Elektronikte yarış etmeli

Bilim, teknik davasını gütmeli

Ayı geçip yıldızlara gitmeli

Daha ileriye meslek lisesi

Bilimin tekniğin gürleyen sesi

Elektrik enerjinin temeli

Uygarlıktır insanlığın emeli

Çalış, çırpın aksın fen, bilim seli

Daha ileriye meslek lisesi

Bilimin tekniğin gürleyen sesi

Bilgi çağlarını aşana kadar

Kabına sığmayıp taşana kadar

Teknikte en önde koşana kadar

Daha ileriye meslek lisesi

Bilimin tekniğin gürleyen sesi

Türkiye gençliği durur sözünde

Mustafa Kemal’in çağdaş izinde

Uygarlık asillik onun özünde

Daha ileriye meslek lisesi

Bilimin tekniğin gürleyen sesi

Bir öğretim yılına daha böylece coşkuyla başlamıştık. Yine programın hazırlayıcısı ve sunucusu Seval Hanım’dı.

Seval Hanım, bir yandan eğitime ve sosyal çalışmalarına coşkuyla devam ediyor, diğer yandan anne olmanın verdiği duygu ve sorumlulukla iki kız çocuğunu yetiştirme uğraşı veriyordu. İkisinin de üniversiteyi bitirdiğini görmüş, o mutluluğu ailece yaşamışlardı. Kızlarının birisi iktisatçı, diğeri matematikçi olmuştu. Ancak sinsi ve kötü huylu beyin tümörü ile boğuşmak onu güçsüz düşürüyordu. Hem iyi öğretmen, hem iyi anne olmak, ayrıca sinsi hastalıkla boğuşmak kolay değildi. Direnci 1995 Temmuz’una kadar sürebildi. O zaman ilk ameliyatını oldu. Sorunu kökten çözmek zordu, ama hastalığın ilerlemesi yavaşlatılmaya çalışılıyordu. Buna rağmen 2000 yılında yeniden bir ameliyat gerekti. Aynı yıl emekli olmak zorunda kaldı.

2004 yılında rahatsızlığın ilerlemesi sonucu ışın tedavisine, 2013’te ise rahatsızlığın devam etmesi ve artması sonucu kemoterapiye başladı. Sonrasında ise sağ tarafına kol ve bacaklarına felç geldi. Ayrıca konuşamıyordu. Sadece işaretlerle anlaşabiliyor, görüyor ve duyabiliyordu.

Geçtiğimiz hafta ziyaretine gittim, hatırını sordum. Beni ilk anda tanıyamadı. On beş yılı aşkın görüşmüyorduk. Adımı söyleyince anımsadı. Zayıflamıştı, yardımcısı Zehra Hanım’ın desteği ile yürüyebiliyordu. Kendisini bir yazıma konu edinmek istediğimi söyledim. Duygulandı ve yazmama izin verdi. Fakat fotoğraf çekmeme izin vermedi. Bunca güçlükle yaşamasına rağmen yakınlarını ve sevenlerini düşünüyor, kendisini bu halde görüp üzülürler diye fotoğraf çekilmesine izin vermiyordu.

Meslektaşım olan eşi İlyas Bayraktar’a sordum, durumu iyi olduğu zamanlar ne gibi hobileri ve çalışmaları vardı diye

İlyas Bey;

-Müziğe ilgi duyuyordu ve sesi çok güzeldi. Özellikle Türk Sanat Müziğini severdi ve evde, mutfakta iş yaparken duygulu şarkılar söylerdi, dedi.

Bir zamanların başarılı, duygu ve coşku dolu, çalışkan öğretmeni şimdi sinsi bir hastalığın amansız pençesinde direnmeyi sürdürüyor. Umudunun, hayallerinin sevgili torunu Derin’de yeşermesi için önerilerde bulunuyor. Onun Avrupa’nın en iyi okullarında, üniversitelerinde yetişmesini istiyor.

-Nefes alıp veriyorsak yaşıyoruz, yaşadığımız sürece de umutlar tükenmez, diyor. Tanıyanlarına ve sevenlerine selamlarını, sevgilerini iletiyor.

Nereden geldiğimiz belli, ne olduğumuz ortada, ne olacağımız ise meçhul. Herkese mutlu ve gönlünce bir gelecek diliyorum.