Ama bunlara rağmen, Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünya güzeli sanatçı genç kadın Celile ve Yahya Kemal’in aşkı ateşinden bir şey kaybetmiyordu.

Genç Nazım bunları farketmiş ve Necip Fazıl’dan bir süre sonra o da şu notu yazıp Yahya Kemal'in pardesüsünün cebine bırakarak tepkisini göstermişti:

"Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz..."

Bu not sonrası Yahya Kemal iyice tedirgin olup, bir süre Celile hanımın evine gelmedi, genç Nazım Hikmet’le karşılaşmaktan çekinmişti,

Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden kocasından boşanmış, bütün İstanbul’un kulaktan kulağa dedikodusunu yaptığı bu aşka evet demiş ve artık evlenmek istiyordu. Yıllarca Yahya Kemal'den evlilik teklifi bekledi.

Yahya Kemal deli gibi aşık olmasına rağmen hiç cesaret edemedi evliliğe. Hep korktu ve hep kaçtı, belki böyle bir kadına hiçbir zaman sahip olamayacağını bilmekten, belki ters bir olaydan ürkmekten, belki genç Nazım’dan, ya da “etraf ne der ?” diye düşünmekten dolayı, kimbilir…

Hiçbir zaman o evlilik olmadı, Yahya Kemal hep kaçtı evlilikten ve o beraberlikten.

Aşkını dile getirdiği olay inanılmazdı: “1916 yılından 1919 yılına kadar bir kadına deliler gibi aşık oldum, bu kadın yazın adada otururdu, ben de orada idim, Deli divane olmuştum, Sonbaharda Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a inerdi, ben müthiş muzdariptim, artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar…O gidinceye kadar Ada dopdolu idi, ama gider gitmez benim için sanki her taraf boşalıverirdi…”

Uzun yıllar geçmişti üzerinden, Celile artık yaşlanmış, o güzelliğinden eser kalmamış, üstüne üstlük kör olmuştu, Büyük bir şair olan Nazım Hikmet sosyalist diye dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülüyordu, Celile hanım oğlunun hapislerden kurtulması için o görmeyen Anne yüreğiyle uzun süre Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlamıştı, tuhaf bir rastlantı sonucu Yahya Kemal Galata Köprüsünden geçerken, Celile’yi gördü, ama yanına gitmedi, Bir zamanlar "Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak girmenizi istemiyorum..." diyen Nazım’ın kurtulması için destek imzası vermedi ve hızla uzaklaştı oradan.

Öldüğünde evraklarının arasından içinde kurumuş iki yaprak bulunan bir zarf çıktı Yahya Kemal’in, içerisinde şöyle yazıyordu: “Bu zarfın içindeki hatıra, 19 Ağustos 1930’da Sirkeci Garı’nda gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir…Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim…”

Celile hanım muhtemelen bu aşkın devam edemeyeceğini anladığı gece Paris’e giderken Sirkeci Garında vermişti Yahya Kemal’e göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği…

"Sessiz Gemi" şiiri, hep ‘’ölüme yazılmış bir şiir’’ olarak bilinir, oysa,

“Demir alıp bu limandan kalkan gemi” ile “ Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol” ile Yahya Kemal, hayatındaki en büyük aşkını, Celile Hanım’a aşkını anlatmaktadır.

Adadan İstanbul'a bir ayrılışı sırasında Yahya Kemal'in yaşadığı çaresizliği anlatır Ölümdür elbette Sessiz Gemi’nin konusu, ama aşkta aranan ölümdür ve Celile’nin ardından ada limanında bakakalan Yahya Kemal’den esintiler içerir.

Artık demir almak günü gelmişse zamandan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.

Sevgilerimle.