(BATILILAŞ ARTIK BATILILAŞ!...)

Uzun süredir bak(a)madığım elmek kutumu (elektronik posta) taradım dün.

Dolmuş, taşmış.

Gelen bir dolu ileti arasında, yazımla aynı başlığı taşıyan bir ileti dikkatimi çekti.

okurum, bu iletisiyle; ses bayrağımız Türkçe’yi, ayaklar altına alıp pas pas yapan, Anglomanlaşmayı marifet sayan Türk Turizmcilerini (!) tiye almış.

Belki de işime öyle geldiği için, ben öyle yorumladım… Hani derler ya; “dervişin fikri neyse, zikri de odur” diye... O hesap işte…

Bu gün köşemde (tarafımdan tekrar düzenlenen) bu yazıya yer vermek istiyorum.

Buyurun bir de siz okuyun. Bakalım siz nasıl yorumlayacaksınız?!...

* * *

“(…)

Beni yakalamak için değişmelisin dostum.

Önce dilini değiştirmelisin.

Yüksek ortamlarda benim dilimi konuşmalısın. Daha açık söyleyeyim; benim dilimi ikinci dil olarak ya da yabancı dil olarak öğrenmen yetmez.

Yüksek ortamlarda, benim dilim anadilin olmalı. Kendi öz dilin yabancı kalmalı.

Nedir bu yüksek ortamlar?

En başta üniversiteler...

Sonra?

Sonra liseler... Ortaöğretim kurumları... Anaokulları, hatta kreşler...

Kendini, global dünyanın bir parçası olarak hissetmek istiyorsan, beni taklit etmelisin. Bana özenmelisin. Bana imrenmelisin. Benim gibi olmak için çırpınmalısın.

Bütün bunlar için de önce dilini yok etmeli, benim dilimi kullanmalısın.

Kendi dilinde konuşmak, kendi dilinin sözcüklerini kullanmak, sende aşağılık duygusu yaratmalı...

Ekonomik alanda, teknolojik alanlarda, tıpta ve tarımda zaten (elin mahkûm) benim dilimi kullanmak zorundasın.

Ancak bu kadarla kurtulamazsın... Diğer sektörlerde de, örneğin marketing sektöründe, konfeksiyon sektöründe, bankacılık sektöründe, özellikle de turizm sektöründe; benim dilimle konuşmak, benim sözcüklerimle cümle kurmak zorundasın...

Ağzını doldura doldura “destinasyon” demek dururken; “erek” de bakalım, “hedef” de... “varış noktası” de...

Ne kadar “banal”, ne kadar “bayağı”, ne kadar “basit” oluyor (ya da oluyorsun) değil mi?...

Gazetelerinin, dergilerinin, televizyonlarının, radyolarının isimleri bile benim dilimde olmalı. Olmalı ki; daha okumaya, izlemeye, dinlemeye başlamadan şartlanmalısın.

Adriyatik Kıyıları’ndan Sibirya’ya kadar olan coğrafyada, tüm Türk’ler; gökteki yıldıza “yıldız” der, ya da “cıldız”... Binlerce yıldır bu böyledir, bunu biz de biliyoruz...

Ama sen, artık “star” demelisin... star... Unut artık yıldızı...

Unut artık geçmişini... Unut artık doğduğun bozkırları, ilkel toprakları... Unut artık Doğu’yu...

Senin geleceğin, benim...

Öğrenmen ve bilmen gereken şeyler benim felsefem, benim düşüncelerim, benim medeniyetim, benim teknolojim...

Gerisi fasa fiso...

Sen hangi mantıkla benim teknolojimi, benim ilmimi, kendi banal diline çeviriyorsun.

Bırak boş uğraşları. Zaman kaybediyorsun.

“Computer” demek dururken, ne demek “bilgisayar”!?...

“E.mail” demek dururken, ne demek “elmek”!?... “İnternet” demek dururken, ne demek “genelağ”!?...

Komik oluyorsun komik!...

Benim ekonomik desteğime muhtaçsan, benim teknolojimi kullanıyorsan; benim dilimi konuşmak zorundasın.

Bak... zaten senin büyüklerin de, seni yönetenler de bizim gibi düşünüyor, bizim dilimizi konuşuyor, bir tek sen direniyorsun...

Senin dilinin kapasitesi ne ki; benim teknolojim, benim ilmim karşısında direniyorsun! Bırak kelimelerini, harfleri bile benim istediğim gibi okuyacaksın.

Televizyonunun adı ne senin?...

NTV...

Nasıl okuyacaksın?...

“En - ti - vi”..

Bankanın adı ne senin?...

HSBC...

Nasıl okuyacaksın?...

“Eyç - es – bi - si”...

Hah aynen böyle işte...

Böyle böyle batılılaşacaksın...

Böyle böyle Europe’lı, böyle böyle cultured olacaksın...

Yok öyle UEFA’yı, FİFA’yı kendi harflerinin sesinde okumak. UEFA’yı “ju – i – ef - ei” diye; FİFA’yı “ef – ai – ef - ei” diye okuyacaksın...

Batılılaştır artık dilini, batılılaştır...

Allahın köylüsü…

“Paşa” ya “pasha”; “leyla’ya” “laila” de...

Bak!... soundu ne güzel oldu... Bırak “köşk” demeyi, “kiosk” de.

Nasıl ama?... Bir an sen de kendini batılılaşmış gibi hissettin değil mi?... Güçlü hissettin kendini, güven geldi kendine değil mi?...

Bu iş böyledir işte... Bu oyun böyle oynanır...

İyi bir turizmci olmak istiyorsanız; tüm işyerinizin, tüm otellerinizin, bakkallarınızın, çakkallarınızın, barlarınızın, pavyonlarınızın, restaurantlarınızın, cafelerinizin adlarını benim dilimde koymalı, benim harflerimle seslendirmelisiniz. Hatta sokaklarınızın, caddelerinizin, mahallelerinizin adlarını da... Hatta ve hatta oturduğunuz sitelerin ve apartmanların adlarını da... Hatta ve hatta bize sunduğunuz yiyeceklerinizin, içeceklerinizin adlarını da... Hatta ve hatta .... (neyse onlar şimdilik kalsın)

Ben mecbur muyum senin ilkel dilini telaffuz etmek için zorlanmaya; senin karmaşık dil yapını öğrenmek için vakit harcamaya...

İyi bir concept yaratmalısın.

Bunun için yaratıcı olmalısın. Batılıca düşünmelisin.

Fabrikanı Ümraniye’ye kurup, markanı İtalyanca seçmelisin. Yoksa malını satamazsın. Türk olduğu anlaşılır ya da Türk gibi görünürse, o malı kimse evine sokmaz. Ona Türkçe’yle ilgisi olmayan bir isim koymalısın.

Bizim trendimiz böyle çünkü. İşinize gelirse...

Kırk yıllık Mudurnu Tavuğu, neden “Mudurnu Chicken” oldu sanıyorsun!?...

Uzun süredir bak(a)madığım elmek kutumu (elektronik posta) taradım dün.

Dolmuş, taşmış.

Gelen bir dolu ileti arasında, yazımla aynı başlığı taşıyan bir ileti dikkatimi çekti.

okurum, bu iletisiyle; ses bayrağımız Türkçe’yi, ayaklar altına alıp pas pas yapan, Anglomanlaşmayı marifet sayan Türk Turizmcilerini (!) tiye almış.

Belki de işime öyle geldiği için, ben öyle yorumladım… Hani derler ya; “dervişin fikri neyse, zikri de odur” diye... O hesap işte…

Bu gün köşemde (tarafımdan tekrar düzenlenen) bu yazıya yer vermek istiyorum.

Buyurun bir de siz okuyun. Bakalım siz nasıl yorumlayacaksınız?!...

* * *

“(…)

Beni yakalamak için değişmelisin dostum.

Önce dilini değiştirmelisin.

Yüksek ortamlarda benim dilimi konuşmalısın. Daha açık söyleyeyim; benim dilimi ikinci dil olarak ya da yabancı dil olarak öğrenmen yetmez.

Yüksek ortamlarda, benim dilim anadilin olmalı. Kendi öz dilin yabancı kalmalı.

Nedir bu yüksek ortamlar?

En başta üniversiteler...

Sonra?

Sonra liseler... Ortaöğretim kurumları... Anaokulları, hatta kreşler...

Kendini, global dünyanın bir parçası olarak hissetmek istiyorsan, beni taklit etmelisin. Bana özenmelisin. Bana imrenmelisin. Benim gibi olmak için çırpınmalısın.

Bütün bunlar için de önce dilini yok etmeli, benim dilimi kullanmalısın.

Kendi dilinde konuşmak, kendi dilinin sözcüklerini kullanmak, sende aşağılık duygusu yaratmalı...

Ekonomik alanda, teknolojik alanlarda, tıpta ve tarımda zaten (elin mahkûm) benim dilimi kullanmak zorundasın.

Ancak bu kadarla kurtulamazsın... Diğer sektörlerde de, örneğin marketing sektöründe, konfeksiyon sektöründe, bankacılık sektöründe, özellikle de turizm sektöründe; benim dilimle konuşmak, benim sözcüklerimle cümle kurmak zorundasın...

Ağzını doldura doldura “destinasyon” demek dururken; “erek” de bakalım, “hedef” de... “varış noktası” de...

Ne kadar “banal”, ne kadar “bayağı”, ne kadar “basit” oluyor (ya da oluyorsun) değil mi?...

Gazetelerinin, dergilerinin, televizyonlarının, radyolarının isimleri bile benim dilimde olmalı. Olmalı ki; daha okumaya, izlemeye, dinlemeye başlamadan şartlanmalısın.

Adriyatik Kıyıları’ndan Sibirya’ya kadar olan coğrafyada, tüm Türk’ler; gökteki yıldıza “yıldız” der, ya da “cıldız”... Binlerce yıldır bu böyledir, bunu biz de biliyoruz...

Ama sen, artık “star” demelisin... star... Unut artık yıldızı...

Unut artık geçmişini... Unut artık doğduğun bozkırları, ilkel toprakları... Unut artık Doğu’yu...

Senin geleceğin, benim...

Öğrenmen ve bilmen gereken şeyler benim felsefem, benim düşüncelerim, benim medeniyetim, benim teknolojim...

Gerisi fasa fiso...

Sen hangi mantıkla benim teknolojimi, benim ilmimi, kendi banal diline çeviriyorsun.

Bırak boş uğraşları. Zaman kaybediyorsun.

“Computer” demek dururken, ne demek “bilgisayar”!?...

“E.mail” demek dururken, ne demek “elmek”!?... “İnternet” demek dururken, ne demek “genelağ”!?...

Komik oluyorsun komik!...

Benim ekonomik desteğime muhtaçsan, benim teknolojimi kullanıyorsan; benim dilimi konuşmak zorundasın.

Bak... zaten senin büyüklerin de, seni yönetenler de bizim gibi düşünüyor, bizim dilimizi konuşuyor, bir tek sen direniyorsun...

Senin dilinin kapasitesi ne ki; benim teknolojim, benim ilmim karşısında direniyorsun! Bırak kelimelerini, harfleri bile benim istediğim gibi okuyacaksın.

Televizyonunun adı ne senin?...

NTV...

Nasıl okuyacaksın?...

“En - ti - vi”..

Bankanın adı ne senin?...

HSBC...

Nasıl okuyacaksın?...

“Eyç - es – bi - si”...

Hah aynen böyle işte...

Böyle böyle batılılaşacaksın...

Böyle böyle Europe’lı, böyle böyle cultured olacaksın...

Yok öyle UEFA’yı, FİFA’yı kendi harflerinin sesinde okumak. UEFA’yı “ju – i – ef - ei” diye; FİFA’yı “ef – ai – ef - ei” diye okuyacaksın...

Batılılaştır artık dilini, batılılaştır...

Allahın köylüsü…

“Paşa” ya “pasha”; “leyla’ya” “laila” de...

Bak!... soundu ne güzel oldu... Bırak “köşk” demeyi, “kiosk” de.

Nasıl ama?... Bir an sen de kendini batılılaşmış gibi hissettin değil mi?... Güçlü hissettin kendini, güven geldi kendine değil mi?...

Bu iş böyledir işte... Bu oyun böyle oynanır...

İyi bir turizmci olmak istiyorsanız; tüm işyerinizin, tüm otellerinizin, bakkallarınızın, çakkallarınızın, barlarınızın, pavyonlarınızın, restaurantlarınızın, cafelerinizin adlarını benim dilimde koymalı, benim harflerimle seslendirmelisiniz. Hatta sokaklarınızın, caddelerinizin, mahallelerinizin adlarını da... Hatta ve hatta oturduğunuz sitelerin ve apartmanların adlarını da... Hatta ve hatta bize sunduğunuz yiyeceklerinizin, içeceklerinizin adlarını da... Hatta ve hatta .... (neyse onlar şimdilik kalsın)

Ben mecbur muyum senin ilkel dilini telaffuz etmek için zorlanmaya; senin karmaşık dil yapını öğrenmek için vakit harcamaya...

İyi bir concept yaratmalısın.

Bunun için yaratıcı olmalısın. Batılıca düşünmelisin.

Fabrikanı Ümraniye’ye kurup, markanı İtalyanca seçmelisin. Yoksa malını satamazsın. Türk olduğu anlaşılır ya da Türk gibi görünürse, o malı kimse evine sokmaz. Ona Türkçe’yle ilgisi olmayan bir isim koymalısın.

Bizim trendimiz böyle çünkü. İşinize gelirse...

Kırk yıllık Mudurnu Tavuğu, neden “Mudurnu Chicken” oldu sanıyorsun!?...

“Chicken”ı bir kenara itip, “tavuk” derseniz; biz o restauranttan içeri girer miyiz!?...

Siz otellerinize bizim dilimizden isim koymazsanız, biz o otellere girer yatar mıyız!?...

Akıllı olun akıllı!...

Bizi daha fazla uğraştırmadan, daha sert tedbirler almaya mecbur etmeden, kendiliğinizden asimile olun.

Bunun için de şu Allahın belası dilinizi unutun artık.

Bakın radyolarınız ne zamandır, “gooooood morning Türkiyeeeee!...” diye açılıyor ama, siz hâlâ uyanmıyorsunuz be kardeşim!...

Batılılaşın artık batılılaşın!...”

* * *

Komik değil mi?

Böyle komik bir çağrıya herkes güler geçer, uymaz değil mi?

Yanılıyorsunuz.

Bu çağrıya uyan, bu çağrının gereğini yapan milyonlar var bu ülkede.

Bunların bir bölümü Arap dili hayranı, bir bölümü batı dili hayranı.

Türkçe, ses bayrağımızmış, namusumuzmuş, hikaye bu kesim için.

26 Ekim 2018 tarihli “Dilimizi kirletiyor, dilsizleşiyoruz” adlı köşe yazımın altına Mehmet Mert adlı bir okur, şöyle bir yorum düşmüş.

Diyor ki Bay Mert; “ DİLİMİZDEKİ KİRLETME OLAYI DAHA ÇOK 70 LERDEN SONRA BAŞLADI. TÜRKÇE KELİMELER ÜRETİYORUZ DİYE, TÜRKÇEMİZE NE OLDUĞU BİLİNMEYEN KELİMELER ÜRETİLDİ VEDE EĞİTİME KADAR SOKULDU. ESKİLERİMİZLE ŞAYET ÖBÜR DÜNYADA KARŞILAŞMA VAR İSE BU DİLDEKİ YABANCILAŞMA YÜZÜNDEN ONLARLA ANLAŞAMAYACAĞIMIZDAN BİZLERİDE KABUL ETMEYECEKLERDİR HERHALDE DERİM.”

!!??..

Evet, noktasına, virgülüne dokunmadan, kopyala yapıştır yöntemiyle köşeme taşıdığım yorumunda aynen böyle diyor Bay Mert.

Şimdi ben bu yorumun neresini düzeltip, nasıl yanıt vereyim?

Yukarıda da dillendirdiğim gibi bu ülkede böyle düşünen milyonlar var.

Bu kesim, yıllardır yabancı dillerin saldırısına uğramış ses bayrağımız Türkçemizi, yabancı sözcüklerden arındırma işlemlerine, “dil kirliliği” gözüyle bakıyor.

Bay Mert ve onun gibiler istiyorlar ki, dilimize Arapça, Farsça ve Angolamanca sözcükler egemen olsun, pek çok konuda olduğu gibi dilimiz konusunda da yabancı ülkelerin esiri olalım.