Sevgi denilen tarifsiz duygu, en çok  insana yakışır diye düşünenlerdenim. Hayata dair paylaşılması gereken ya da en çok ihtiyaç duyulan ne varsa, sevgiyle besleniyordur, ya da can suyunu ondan alıyordur sanırım.

Bir çiçeği, bir hayvanı, bir ağacı, ya da her hangi bir eserin yapılış evresini gözümde canlandırdığımda, ne büyük bir özveri, emek ve fedakarlık istediğini, ama sonucunda ne kadar tarifsiz bir hoşluk, ne kadar huzur dolu bir güzelliğe vesile olduğunu hissetmek müthiş bir duygu.

İstanbul gibi bir metropolün ortasında, evimin terasında, üstelik plastik bir kasa içerisine diktiğim 5 adet domates ve 5 adet biber fidesinin evre evre büyümesini, serpilmesini, sonra küçük küçük domateslerin ve biberlerin oluşmasını, büyümesini, kızarıp olgunlaşmasını ve bunların oluşması adına ilk günden verdiğim emekleri ve sonucunda aldığım ve kokusunu içime çeke çeke kopardığım ürünlerin bende bıraktığı mutluluğu ve o gururla yüzümde beliren tebessümü, gülümseten o anları hatırladığımda, bunun sadece sevgiye karşılık verilen bir hediyeymişçesine olduğunu düşünüyorum.

Hakeza her gün büyük bir mutlulukla sulayıp baktığım ve terasıma oturduğumda etrafımı çevreleyen, onlarca renkleriyle güzellik katan, büyüttüğüm rengârenk çiçeklerim için de aynısı…

Kızımın üniversite yıllarında sokaktan alıp beslediği ve okul bitiminde kıyamayıp yanında getirdiği ve o dönemlerde evde hayvan beslemeye karşı kati tutumum sebebiyle  bin naz ve ısrardan sonra kıyamayıp evime kabul ettiğim, ama sonradan bana çok büyük bir sevgi besleyen ve beni ilk günlerdeki tavırlarımdan dolayı sevgisiyle adeta mahcup eden ve bu konuda bana çok şey öğreten kedimiz Badem için de aynı…

Hayatı boyunca samimiyete inanan ve elinden geldiğince bunu yaşamına yansıtmaya çalışan, adeta yaşamının bir parçası addeden ben, bunun karşılığını hem de bir ‘kedi’den o kadar fazlasıyla aldım ki inanın tarifi mümkün değil.

Sevginin nefreti yeneceğini düşünen ve savunan biri olarak, son dönemlerde ibretle ve utançla izlediğimiz olayları, okuduğumuz haberleri, insanların kendinden başkasını adeta yok saydığı umursamaz tavırları, canilikleri, nasıl yormak, nereye koymak lazım acaba?

Yol vermedi diye, yol kesip adam bıçaklayanlar, sokakta aç kalmasınlar diye kaplarıyla bir kenara bırakılan hayvan yemlerini tekmeleyip devirenler, bizler için gece gündüz demeden canhıraş bir şekilde çalışan binlerce sağlık görevlisinin cefakar emeklerini adeta yok sayarak umursamazca hareket eden insanlar, kadına el kaldıran hasta ruhlu alçaklar, küçücük bedenlere tacizde bulunan yaşı başı belli sapkınlar,  toplumsal duyarlılığı ve edep denilen ahlaki vasfı göz ardı edip yarı çıplak sokaklarda gezen sözde özgürlük ve özgüven patlaması yaşayan pusulasını şaşırmış asalaklar,  sokakları çöplüğe çeviren saygısızlar, arabasında geceye gündüze aldırış etmeden müziği son ses açıp bencillikte tavan yapan terbiyesizler, falanlar filanlar…

İnanıyorum ki sevgiden nasibini alamamış bu ruhsal gudubetler, birazcık hoşgörü, birazcık toplumsal duyarlılık noktasında gözlerini açıp gelişebilseler, etrafa saygı gösterebilseler, kimbilir nekadar güzel bir dünyamız olurdu, küçükken kendilerine gösterilmediği için takıntılı olan bu psikolojik vakalar, ben yandım eller yanmasın mantığından hareketle, başkalarını yakmamanın gerekliliğini ve güzelliğini keşfedebilselerdi keşke…

Büyükler, “Güzel bakan güzel görürmüş” derler.

Dileğim  ve temennim odur ki, inşallah güzel bakabilmenin erdemi tüm insanlığı kuşatır, ve üç günlük şu geçici ömrün her saniyesini güzel yaşarız.

Sevgi ve muhabbetle kalınız.