Başbakan Erdoğan 30 Eylül günü açıkladığı demokratik pakette, üç farklı seçim modeli sunmuştu.
-Barajsız, 1 milletvekillik dar bölge sistemi.
-% 5 barajlı, 5 milletvekillik dar bölge sistemi.
-Ve şu anda geçerli olan %10 barajlı sistem.
Önce bugüne kadar uygulanan seçim sistemlerine bir bakalım:
Liste usulü çoğunluk (1950-1954-1957), Barajlı d'hont (1961), Milli Bakiye (1965), Barajsız d'hont (1969-1973-1977) sistemleri uygulanmıştır.
Çifte Barajlı d'hont; 1983, 1987 ve 1991 yıllarında, Ülke barajlı d'hont ise; 1995, 1999, 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde uygulanmıştır ve şu anda halen yürürlüktedir.
Peki, bu seçim barajı niçin konulmuştur? Neden ihtiyaç duyulmuştur?
Halkın siyasal tercih alanını daraltmak...
İstenmeyen ve rakip partilerin meclise girmesini engellemek...
Meclis çoğunluğunu ele geçirmek...
Ama daha da önemlisi; küresel sermayenin ve yerli işbirlikçilerinin, siyasi istikrar adına tek partinin çoğunlukta olduğu bir parlamento istemesidir.
Böyle bir anlayış toplumsal iradeyi yansıtır mı? Yansıtmaz. Temsilde adaleti sağlar mı? Sağlamaz.
Oysaki Türkiye, Latin Amerika ülkelerini örnek almamıştır. Afrika ya da Ortadoğu ülkelerini de örnek almamıştır.
Mademki, Avrupa'daki demokratik normlara ulaşmak bir hedeftir; temsildeki adalet ilkesinin de Avrupa standartlarında olması gerekmez mi? Elbette gerekir.
O halde, Hürriyet yazarı Sedat Ergin'den bir alıntıyla, Avrupa ülkelerindeki seçim barajlarına bir bakalım.
-İsviçre, Finlandiya, İrlanda ve İzlanda gibi ülkelerde seçim barajı yoktur.
-Danimarka'da % 2, Hollanda'da % 0,67,
-Yunanistan, İspanya, Romanya ve Ukrayna'da % 3'tür.
-Avusturya, Bulgaristan, İtalya, Norveç, Slovenya ve İsveç'te % 4,
-Almanya, Belçika, Estonya, Gürcistan, Macaristan, Moldavya, Polonya, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti'nde % 5'tir.
-Rusya'da % 7,
-Türkiye'de ise % 10'dur. Ki, bu oran dünyada en yüksek orandır.
Başta 1982 anayasası olmak üzere, YÖK gibi % 10'luk seçim barajı da 12 Eylül darbesinin getirdiği birer ucube olmuştur.
12 Eylül darbe yönetiminin % 10'luk barajla amacı, toplumdaki sosyal uyanışın meclise yansımasını engellemek ve mecliste oluşacak muhalefeti susturmaktı.
Ama bugün görünürde; ne 82 anayasasına, ne YÖK'e, ne de % 10'luk seçim barajına sahiplenen kalmamıştır. YÖK, Üniversiteleri birer bilim yuvası olmaktan çıkarmıştır. Seçim barajı ise, mecliste tek parti otoriterliği yaratmıştır.
Örneğin:
1987 genel seçimlerinde ANAP % 36'lık bir oyla mecliste % 65,
2002 seçimlerinde AKP %34,2'lik oyla mecliste %66,
2007 seçimlerinde AKP % 46,5'lik oyla mecliste % 62,
2011 seçimlerinde AKP %49,6'lık oyla mecliste %60 oranında bir çoğunluk elde etmiştir.
Daha farklı bir açıklamayla; 2002 seçimlerinde geçerli 31,5 milyon oyun 17 milyonu mecliste temsil edilirken 14,5 milyonu temsil edilememiştir. Ve seçmen istemeyerek, iradesi dışında büyük partilere yönelmiş, yöneltilmiştir.
Türkiye'de doğru ya da yanlış en çok tartışılan yasal değişimler, işte bu dönemlerde yapılmıştır. İlk kez 1983'te, üstelik çift barajlı sistemle halkın siyasi iradesine ipotek konulmuştur. Ve bu ipotek devam etmektedir.
"Dar Bölge Sistemi"ne bir bakarsak:
İdeal bir seçim sistemi olsa dahi, "Dar Bölge Sistemi"nin, iktidarın siyasal insiyatifi ile düzenlenmesi kuşku yaratacak, seçime olan güveni sarsacaktır.
Çünkü:
Siyasetin etnik ve inanç temellerine oturduğu...
Siyasetçinin birbirini vatan hainliği ile suçladığı...
Ve toplumun büyük bir yarılma gösterdiği ülkemizde, siyasetin dolgu maddesi faydacı zihniyet olmuştur.
Bu nedenle Dar Bölge Sistemi, bugün için ülkemizdeki sosyolojik ve siyasal iklime uygun olmayacaktır.
Eğer, çağdaş ve demokratik bir Cumhuriyet isek, ya da böyle bir Cumhuriyet olmayı hedefliyorsak, toplumun sosyal ve siyasal tercihinin meclise yansımasına, artık yeterli saygı gösterilmelidir.
Bu toplum, sosyal ve siyasal dokusuyla mecliste kendini ifade edecek demokratik süreci yaşamalıdır.
Yani Dar Bölge Sistemi tartışmaları bırakılmalıdır.
Avrupa Birliğinin, Venedik kriterleriyle önerdiği %3-5 oranındaki seçim barajı örnek alınmalıdır.