Putin 24 Şubat 2022 sabahı Ukrayna’ya bir askeri harekât başlattı. Bu harekatın doğal olarak, askeri, tarihi, siyasi, iktisadi, diplomatik, coğrafi, stratejik, jeopolitik boyutları olacaktır. Ülkeler arasındaki ilişki bir satranç oyunu gibidir. Birkaç hamle ötesini, yani uzağı görenler, başarıya ulaşmakta, sonucu belirlemektedir.

Rusya’nın, Ukrayna harekatına gelene kadar ki, uzak ve yakın gelişmelere bakmak lazım. Uzak olanı İkinci Dünya Savaşı sonrasına, sürekli savaş tehditlerinin olduğu dönemden, hatta 1917 Sovyet Devriminin olduğu döneme kadar uzanmakta. ABD, AB ve Rusya arasında sürekli bir gerilim devam etmektedir. Yakın gelişmeler ise Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci olan 1991’den, günümüze kadar olan zaman dilimi.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasını fırsat bilen ABD, İngiltere ve diğer AB ülkeleri, Rusya’yı sürekli bir kuşatma politikası izlediler. Hatta Varşova Paktı ülkeleri olan Çekoslovakya, Macaristan, Polonya, Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya, Arnavutluk… Hepsini NATO’ya (ve çoğunu AB’ye) aldılar. Ayrıca Yugoslavya’yı da darmadağın ettiler. Slovenya, Hırvatistan, Karadağ, Kuzey Makedonya da NATO üyesi yapıldı.

Bütün hesaplar emperyalist güçlerin, Karadeniz’i bir NATO denizine dönüştürmek ve dağılmayla zayıf düşen Rusya’yı pazarları haline getirmek… Fakat Rusya Putin döneminde bir toparlanış süreci yaşıyor.. En büyük gelir kaynağı olan; “petrol ve gaz ihracatını, 2020’de 150 milyar dolardan, yüzde 60 artırarak geçen yıl 240 milyar dolara ulaştırdı”

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin yakın tarihten, pek de ders çıkarmadığını görüyoruz. Daha 2008 yılında Rusya, Gürcistan’la benzeri sorunu yaşadı. Onlar da NATO’ya girmek istiyordu. Rusya orada da Abhazya ve Güney Odesya’nın Gürcistan’dan kopmasını sağlamıştı ve bu bölgelerin bağımsızlıklarını tanımıştı. Aynen Ukrayna’da Donetsk ve Luhansk bölgelerini ayırarak bağımsızlığını tanıdığı gibi.

NATO Zelenski’yi savaş öncesi gaza getiriyordu, fakat savaş başlayınca Ukrayna’yı sırt üstü bıraktılar. Zaten üyesi olmadığı için yapacağı bir şey de yok. NATO soğuk savaş döneminde 1949 yılında Varşova paktına karşı kurulmuş, bir savaş örgütüdür. Şimdi böyle bir pakt olmadığına göre, aslında NATO’nun kökten kaldırılması gerekir.

Ukrayna’nın hedef tahtası olmasına sebep, ABD’nin kendisidir. Rusya ise burnunun dibinde NATO örgütünü bir tehdit unsuru olarak görüyor. NATO’nun yanıbaşına kadar, sokulmasına karşı hareket başlatmayı; “Yeter artık...bize başka bir seçenek bırakmadılar” diye niteliyor. Bu harekete karşı gerek NATO, gerekse diğer AB ülkelerinin pek birşey yapma olasılığı gözükmüyor.

Hal böyleyken asıl bizim durumumuz ve konunun bizi ilgilendiren yanlarıdır, dikkatimizi çeken. Biz çok karmaşık bir ortam içerisindeyiz. NATO üyesiyiz, ABD’ye göz kırpmak istiyoruz, S 400’ler nedeniyle kuşku ile bakılıyoruz. Ukrayna ve Rusya ile yoğun ticari ve komşuluk ilişkilerimiz var. Diğer yandan Rusya’dan S 400 alıyoruz, Ukrayna’ya İHA ve SİHA’ lar satıyoruz.

Son yıllarda tartışma konusu yaptığımız, Montrö anlaşmasının önemi ve vaz geçilemezliği, somut olarak ortaya çıkıyor. İşin can alıcı tarafı da burası zaten. “Atatürk'ün Türkiye'ye armağanı, 1936 tarihli Montrö Sözleşmesi, 86 yıl sonra dimdik ayakta ve bugün bir savaş sırasında bizim en büyük güvencemiz.” Montrö’yü tartışmaya açanların “Gerekirse değişebilir” diyenlerin tezi bir defa daha çürümüş oluyor. Hem de 84 amiralin Monrö’ye sahip çıktıkları için yargılandığı bir günde.

Montrö’ye sahip çıkmak ve bu savaşta tarafsız kalmak, bizim en güvenli yerimiz olarak gözüküyor .

Kan, göz yaşı ve onca dramın sembolü olan, savaşa hayır diyerek, “yurtta ve dünyada barışın” önemini, bir defa daha anlamış olmamız gerekiyor. Yaşamı savaş meydanlarında geçmiş bir komutanın veciz sözü; “Ulusun yaşamı tehlikeye girmedikce, savaş bir cinayettir”.

Savaşa hayır demek için, başka bir söze gerek var mı?