Artık orta yaşlarına gelen kadın, karşısında oturan oğluna sevgiyle baktı…
Doğduğunda doktorlar, yaşıtlarına göre zekâ ve bedensel yönden geride olacak demişlerdi. Ama oğlu O’nu dünyada en iyi anlayan insan olmuştu. Acısına, gözyaşına ortak, sırdaşı, arkadaşı, her şeyiydi.
Uygun bir kız bulsam da evlendirsem diye düşündü… Dışarıda, yanından geçen, kızlara ilgi duyar olmuştu. 25 yaşındaydı ne de olsa. “Yıllar, ahhh yıllar… Yüreğimi delip de geçen yıllar” diye düşündü… Bazı anılar mıh gibi aklına kazınmıştı. İstese de atamazdı. Derinlere daldı, oğluna ördüğü kazağı örmeye devam ederken. Kötü anılar aklından çıkmıyor, hep bir aralık bulup kendilerini hatırlatıyorlardı.
Neredeyse 30 yıl önce buraya, Doğu Anadolu’dan dolar karşılığı satın alınarak getirilmişti. Kendinden önce de ablası ve köyünden başka kadınlar buraya para karşılığı gelin getirilmişlerdi. Çok parası olanlar güzelini alırken, az parası olanlar da az güzelini, ya da dul kadın bulabiliyorlardı. Bu sistem böyle sürgit devam ediyordu hala…
Dilini, yaşam koşullarını, geleneklerini bilmediği bir köye geldiğinde, kendini kafesteki hayvana benzetmişti. Her gelen, yaban ellerden gelen bu yabancı geline bakıyordu. Köyün güzel kızlarından sayıldığı halde babası, O’nu 3 bin dolara satmaya razı olmuştu.
Sonra bu köyde ileriye, geriye çok da aklı ermeyen bir koca… Kocasının ailesi de, bu köydekiler de O’nu horlamışlardı. Sonunda bir kahvede garsonluk işi bulan, kocasıyla ilçede kapısı, bacası olmayan, bir eve gelmişlerdi. Oğlu o viranede doğmuştu.
Bu evde, yaşamının en kötü, en acı olaylarını yaşarken, aynı zamanda oğluyla açlık ve namus mücadelesi vermişti. Yıllar geçse de bugün gibi anımsadığı olaylar vardı. Ne eskiyor ne de unutuluyorlardı.
Bir gece, dışarıda, kara kış, tahta uyduruk kapının ısrarla çalındığını duydu. Gece, gece kim ki diye düşündü. Kapıya gidip;
- Kim o, dedi.
Dışardaki ses;
- Kızım aç, emmin, dedi.
Kadın, düşündü bir an tedirgin oldu. Geçen hafta da kayınpederi gelmişti. Hali, tavrı bir tuhaftı. Yine de hava çok soğuktu, içi el vermedi kapıyı açtı. Elini öpüp;
- Hoş geldin, dedi.
Yaşlı adam;
-Köyden gündüz geldim işim bitmedi gelin, dedi.
Gelen kocasının amcasıydı. Kış günü ne işleri vardı? Arka arkaya evine damlıyorlardı. Evde yiyecek yok, komşusu olmasa çocukla açlıktan ölecekler. Kimse, ne yiyip ne içiyorsun, nasılsın çocukla bir başına diye sormuyordu. Evde otursa resmen açtılar.
Amcaya bir tas çorba koydu. Sobada yakacak bir şey yok… Burada yabancıydı, dili konuşması farkıydı, korkuyordu. Genç, dil, yol bilmeyen bir kadındı. Türkçeyi doğru düzenli konuşamıyordu. Bu adam şimdi niye gelmişti, kendi derdi yetmezmiş gibi.
Zaten iki oda olan evde amcaya yer hazırladı. Kendi de oğlunu koynuna aldı. Yattığı odanın kapısının kilitlenecek yeri yoktu. Uyuyamıyordu bir türlü sabaha karşı dalmıştı ki, kapının sesiyle uyandı. Fırladı, kalktı demek ki bu da gelecekti başına… Hep yastığının altında tuttuğu bıçağı aldı eline. Adam zaten aralık olan kapının aralığından bakıyordu. Kadının kan beynine sıçramıştı. Bıçağı yaşlı adamın karnına doğru salladı.
-Şerefsiz, köpek dedi.
Boylu boslu bir kadındı. İstese yaşlı adamı orada boğacak güçteydi.
İçinden “kör şeytan” dedi.
-Namussuz, defol diye yarı Türkçe, yarı Kürtçe sözcüklerle bağırıyor isyan ediyordu.
Adam;
- Gelin beni yanlış anladın gibi sözler söylüyordu. Üstünü başını alan adamı, kapının önüne bıçağın ucunu kendine doğrultarak getirdi.
O gün, yemenisini başından atıp, saçını başını yolarak, oğluna sarılıp, kimsesizliğine, çaresizliğine, yoksulluğuna, açlığına avazı çıktığı kadar ağlayıp isyan edişini hiç unutamıyordu. Avazına, isyanına O’na acıyıp, yardım eden, aç kalmaktan kurtaran, komşusu gelmişti.
Aradan uzun yıllar geçti. O, hep temizliğe gitti, yıllar yılı… Hep de kendini korumak zorunda kaldı. Varlıklı insanlardan O’na kızı gibi davrananlar, yardımcı olanlar da oldu. Bazıları da, amca ve kayınpederinden farksızdı, ne yazık ki…