(2001 yılından, 12 yıl öncesinden bir yazı…)

Sayın Abdulkadir Ozulu,13.01.2001 tarihli köşe yazısına "SON ELLİ YIL" başlığını atmış." Türkiye, son elli yıldır hiç ilerlemedi diyenlere katılmıyorum" diyor. Ben de kendisine, şu “hiç” kelimesini kullanmasa katılmayacaktım amma iyi ki kullanmış aziz dostum.

Sonra, 50 yıl öncesinden örnekler verip, küçümsenemeyecek şeyler yapıldığını, Türkiye’den ve Çorum'dan örnekler vererek anlatmış.

Ben, kendisinden 5-6 yaş fazla birisi olarak, o günleri dün gibi hatırlıyorum. Tabi ki Türkiye çok mesafe almıştır. Emeği geçenlere de teşekkürler. Dünyadaki bütün milletler ilerlemiştir. İşte bu kıstası yaparken, kötüleri bırakıp iyileri örnek olarak almalıyız ki, kendimizi aldatmadan becerimiz ve başarımız ortaya çıksın.

Evet, 50 sene önce Türkiye'de kurşun kalem, toplu iğne bile yapılamıyordu, 50 sene önce Çorum'da bir tane matbaa makinesi vardı, ben de biliyorum.

Bu gün ise uçak yapılabiliyor. Ama bu yapılanların hepsi, dış ülkelerin yaptığı makinalarla yapılıyor. İşte bu nokta üzerinde durmalıyız, ikincisi ise yapılanlarla borçlanmamız karşılaştırılmalıdır, borç gırtlakta, devlet te, millet te boğuluyor!

Bizim, yaptık, yapıyoruz diye övündüğümüz ne varsa adamlar hepsini 20-30 yıl önce yapmış.
Bırak sanayiciliğimizi, ziraatçılığımız, şehirciliğimiz, işletmeciliğimiz, devletçiliğimiz ve hatta kanunlarımız bile adamların 30-35 sene gerisinde.

50 Sene önce harpten çıkan milletlere bir bakalım, adamlar budanmış ağaç gibi nasıl filizler vermişler ve neler, neler yapmışlar, neler bulup, icat etmişlerdir.

Bu konuyu daha fazla uzatmayayım, bizde, keşif, icat olmadığı gibi, azimli ve verimli çalışma da yok. Eğer öyle olsaydı, hakikaten bir yerlere gelmiş olsaydık, bu bütçe açıkları, milli gelirdeki acınacak halimiz ve ithalatımız ihracatın iki katı mı olurdu? İhracatımız bu kadar az mı olurdu? İç ve hele dış borç gırtlakta mı olurdu?

Türkiye'de 2001 yılında, sanayici işçisinin parasını veremez, esnaf vergisini ödeyemez, memur, esnaf çay, şeker alamaz ve milyonlarca işsiz insanımız mı olurdu?

Yurt dışına kaçak yollardan iş bulacağım diye giden delikanlılarımız, oralarda polis korkusuyla mı yaşarlardı?

Neden 300 senedir bu yarışta nal topladık ve hala da toplamaya devam ediyoruz? Nedeni, hepimizin bildiği ama düzeltmeyip her gün biraz daha derinleşen yaralardan dolayı.

Devlet, milletine bilhassa sanayicisine, ihracatçısına, yabancı yatırımcılara, yurt dışına mal satanlara aklın almayacağı bürokrasi ve engeller çıkartarak bıktırmaktadır. Her tarafı rüşvet sarmış, her şeyiniz tamam olsa bile bu kapıya para vermeden geçilmez olmuştur.
Millet vekillerinin asli görevi yandaşlarına, akrabalarına devlette bir masa temin etmek, yüz kişiyle çalışacak devlet fabrikalarını elbirliğiyle, bıkmadan, usanmadan ve birbirleriyle yarışırcasına 400-500 kişiyle doldurup zararını devlet bütçesinden karşılamak değildir.

Mecliste kanun değil kavga ve kargaşa çıkartmak marifet sayılmaktadır. Büyük Millet Meclisi iç ve dış düşmanlarla oyalandırılmakta ve milletin derdi unutturulmaktadır. Bu günlerde, bu oyun Fransa tarafından sözde Ermeni soykırımı diye meclise getirilip kabul edilmeye çalışılan bir yasadır. Kendilerinin soykırımı konusunda yapmadıkları kalmadığı halde yine de bizim Hükümetimizi aylarca oyalayabiliyorlar.(İşe vaktinde parmak basılmadığından, gerekli hazırlıklar yapılmadığından bu haklı davamızda bile Fransa'nın bu kanunu çıkarmasına mani olamadık, çünkü yine kış uykusunda idik.)

Bir tarafta tütünler, çaylar depolarda çürütülünceye kadar bekletilip sonra yakılmakta, milletin verdiği vergilerle alınan bu ürünlerin yakılacağı bilindiği halde bunların yeniden ekilmesine müsaade edilmektedir. Diğer taraf ise pirinç, ayçiçeği, pamuk v.s ithal edilmektedir. Bütçe açıkları üretim ve ihracatla değil vergi ile kapatılmaya çalışılmakta. Bundan dolayı sanayici küçülmekte, işsizler çoğalmakta ve dolayısıyla da halk fakirlikten kurtulamamaktadır.

1970’li yıllarda fert başına düşen milli gelirimiz Yunanistan’la aynı iken bu gün onların milli geliri bizim beş katımız olmuştur. Üretim olmadan, ihracat, ithalatı karşılamadan bir yere gelemeyiz. İşsizler ordusunu mutlaka peyder pey azaltmalıyız. İlim, irfan, eğitim, teknoloji ve verime önem vermeliyiz.

Kanunlara saygılı, ahiret gününe ve asıl hesabın öbür dünyada verileceğine hakikaten inanan insanlar yetiştirmeliyiz ki bu pislikler azalsın.

Bu dünyada ise suçlular cezasını en kısa zamanda görmelidir. Bütün bunların hepsi nerde yapılır, demokrasi ile idare edilen yerlerde. Önce anayasayı sonra seçim sistemini düzeltmeliyiz.

Seçimlerde parti genel başkanlarının seçtiği insanlar değil, halkın seçtiği insanlar, milletin vekili olmalıdır.

Sayın hocam, aziz dostum, Ozulu; henüz Türkiye layık olduğu yere gelememiştir. Karnesi 5 olan da sınıf geçiyor,10 olan da. Biz bu yarışta dört buçuktan beş alarak sınıf geçenlerdeniz.

Türkiye'yi bu hale getirenler utansın. (Bu millet bu kadar soygun,
vurgun, adam kayırma ve engele rağmen bu seviyeye geldiğine göre, bir dört sene, hele bir de sekiz sene çok yetenekli, kavgasız, birlik ve beraberlik içinde olan bir büyük millet meclisi tarafından idare edilse hayal ettiğimiz, dünyadaki ilk 10 devletin içinde oluruz.)

Yara derin ciğer parem, merhem var süren yok. Doktoru bırak yarayı tedavi edecek hemşire bile bulamadık. Rabbim bu yaraya şifa versin, tez günde tez saatte.

Saygı ve sevgilerimle.