Hareket için hazırlıklar tamam olmuş olmalı ki, Bölük Komutanı Yüzbaşı Nafiz Bey onları bir araya toplayarak, hareketle ilgili buyruğu askerlerine şöyle bildirdi:

“Evlatlar”, dedi. “Burada sıkı bir eğitimden geçtiniz. Savaş sanatını öğrendiniz. Erzurum’da 3. Orduya katılacağız. Hedefimiz Ruslardır. Doğudaki illerimiz Kars, Ardahan ve Batum, 93 Savaşı’ndan bu yana tam 36 yıldır düşman elinden kurtarılmayı bekliyor. Öncelikli hedefimiz bu illeri kurtarmaktır. Analarınız sizleri bu günler için yetiştirdi. Allah'ın izniyle düşmanı yenecek, bu illerimizi düşman elinden kurtarıp özgürlüklerine kavuşturacağız. Davamızda haklıyız; Allah da bizimle beraberdir. Erzurum’a kadar uzun bir yolculuk yapacağız. Bazılarınızın ayaklarında potinleri, sırtlarında kaputları yok. Onlar da en kısa sürede temin edilecektir. Şimdiden yolunuz açık, gazanız kutlu olsun diyorum.”

Ekim ayının üçüncü haftasında Amasya’dan hareket buyruğu verildi. Hedef: 3. Ordunun konuşlanacağı Doğu Cephesinin Merkezi Erzurum’du. Asker; silahlarını, teçhizatlarını ve çantalarını omuzlayıp yola düştü. Her askerin yükünün toplamı tam 36 kiloydu.

Başlarında subayları ve komutanlarıyla on binlerce askerdiler. Ne kadar kalabalık oldukları düz arazide daha iyi görülebiliyordu.

Cephanelerin ve yiyeceklerin yüklendiği mekkareler yol boyunca dizilmiş uzun bir konvoy oluşturmuştu. Yolculuk süresince yük taşıyan ve arabalara koşulu hayvanları yoruldukça dinlendirmek için yedekteki atlar, katırlar, öküzler ve mandalar da onları izliyordu. Büyük sahra toplarının yağmurda yaşta ıslanmaması için üzerleri sıkıca örtülmüştü. Top arabalarını atlar çekiyordu.

Subaylar telaşla ileri geri koşturup mekkare görevlilerine son uyarılarını yapıyorlardı. Dinlenmelerde atların yemlenmesi, top arabalarının tekerleklerinin yağlanması, yiyecek sandıklarının ağızlarının sıkıca kapatılması ihmal edilmiyordu.

Önce Suluova, Havza, Ladik, Erbaa, Niksar üzerinden Ünye’ye kadar sürecekti yolculukları. Komutanları tarafından buyruk öyle verilmişti.

Onlara, “Hedef, Erzurum,” demişlerdi. Yol güzergahlarını komutanları biliyorlardı. Onlar da bu mesafeleri yürüyerek katettikçe geçtikleri yerlerin, uğradıkları köy ve kasabaların adlarını sırasıyla öğrenecek, belleklerine yazacaklardı. Kim bilir yollarının üzerinde nice ovalar, dağlar ve vadiler vardı.

Kış bastırmadan varabilecekler miydi Erzurum’a? İşte asker bunu bilmiyordu.

Dilber Hatunun oğlu Süleyman da eğitimliydi. O da okuryazar olması nedeniyle Onbaşı olmuştu. Yetenekli, uyanık, gözüpek yaman bir askerdi artık. Arif Çavuş’a yakın yürüyordu.

Bir dinlenme anında bir araya gelip, söyleşiye başladılar. Arif Çavuş deneyimli bir asker olduğu için merak ettikleri, kafalarına takılan soruları ona yöneltiyorlardı. Onun bilgisine, düşüncelerine, kimi konulardaki öngörülerine güveniyorlardı.

“Yav Arif Çavuş’um” dedi Süleyman Onbaşı. “Binlerce kişi düştük yola. Bu kadar askere yiyecek, giyecek yetiştirmek de mesele doğrusu.”

“Doğru dersin. Onun içindir ki hala askerin çoğunun ayağında potini, sırtında kaputu yok. Ayakları çarıklı, sırtları yalın olanlarsa bir hayli fazla...”

“Bizler şanslıyız bu konuda. Sonradan gelenlere yetişmedi potin ve kaput. Ama kış bastırmadan yetiştirirler herhalde değil mi? “

“Evet, zaten yüzbaşımız da eksiklerin kısa zamanda tamamlanacağını söyledi.”

Yanlarındaki köylüsü ve Balkan Savaşı arkadaşı Zürey’in Şakir söze katıldı:

“Allah devletimizi korusun Süleyman. O askerini yiyeceksiz, giyeceksiz ve düşman karşısında cephanesiz bırakmaz inşallah."

“İnşallah,” dedi Arif Çavuş. “Oldukça zor günlerden geçiyoruz. Elbet devletimizi yönetenler bizleri düşünür. Ancak son yıllarda ülkemiz durmadan toprak kaybediyor. İki yıl önce Trablusgarp'ı İtalya'ya vermek durumunda kaldık. Ardından da Rusya’nın kışkırtması sonucu Bulgaristan, Yunanistan, Karadağ ve Sırbistan Balkanlarda bizlere karşı savaş açtı. Savaşa tam hazırlıklı değildik. Balkan toprakları da bir bir elimizden çıktı. Ordumuz çok yıprandı, devletimiz de güç kaybetti.”

“Desene” dedi Süleyman Onbaşı. “Ordunun eksikleri bundan kaynaklanıyor.”

“Evet ,” dedi Arif Çavuş. “Ama eksikler umuyoruz kısa zamanda tamamlanır.”

Konuşmaları ilgiyle izleyen Ulabalım Hakkı söze katıldı:

“Yoksa nasıl savaşırız düşmanla?”

(Sürecek)