Sanat, topluma dayatılan çerçevelerin dışından zamana bakan bir göz çizer bize. Ve gösterir öte-yüzünü şeylerin. İşte bu bağlamda sanat, önem ve değer taşır hayatlarımızda.
On iki yıllık Çorum günlerinde edebiyat, müzik, resim ve tiyatroyla uğraşanlarla yürümeye çalıştım hep.
Korolarda kanun çaldım, resim atölyeleri uğradığım adresler oldu. Şehrin edebiyat insanlarıyla oluşturduğumuz “Sanat Dostları” sohbetlerinin devam ettiğini duymak mutlandırıyor beni. Yakınlarda Can Yoksul ile epey konuştuk Çorum üzerine…
Bir düşün gerçek olup da büyüyüp serpildiğini görmek ne keyiftir anlatamam.
“Düşlerinizin gerçek olmasını sağlamanın en iyi yolu uyanmaktır” der Paul Valery…
Düşle gerçeğin fotoğrafları bir kez daha açılıyor önümde.
Aklım bir altyazı geçiyor kendince. “Aydının, sanatçının görevi tepkimeye girerek onu hızlandıran olmaktır.”
Toprağa düşen tohumun fidan olup büyüdüğünü görürüz de onu besleyen yağmurla güneş nedense hiç gelmez aklımıza.
İş çıkışı eve giderken duraklarımdan biri Esin’in (Saydam) atölyesiydi. Güzel Sanatlar Lisesi ile Üniversitelerin Güzel Sanatlar ve Eğitim Fakültelerine gidecek gençlerin hazırlık dönemini yaşadıkları yerdi atölye. Gençler çizim çalışırken Esin de kendi resimlerini yapardı.
“Okulda her çocuğun resme yeteneği olmaz. Ama bu gençlere resmi ve o kültürü sevdirmeniz yeter…” dediğimi hatırlıyorum. “Hiç olmazsa resmi duvara göz hizasına assınlar” derdim.
Edebiyat öğretmeni dostlara ise “Galeride güzel bir sergi var. Hafta sonu çocukların sergiyi gezmelerini söyleyin. Ama resimlere alıcı gözle bakmalarını da isteyin…” der eklerdim, “O sergi için bir kompozisyon sınavı yapıverin.”
Amacım genç yüreklerin sanat karşısındaki duygu ve düşüncelerini öğrenmekti.
Gelen cevap, “Hocam, müfredat…” olunca çileden çıkardım. Zamanın kuyularından bir eski resmi çıkarıp koyardım önlerine.
1964-65 öğretim yılı… Davutpaşa Ortaokulu ikinci sınıf öğrencisiyim. El yazım hiç güzel olmadı. Resim yeteneği hiç yakınımdan geçmemiş.
Resim öğretmenimiz Süheyla Hanım, on üzerinden beş veriyor çizdiklerime…
İkinci yarıyılda “Bir resim sergisi gezip de imzalı kâğıt getirene ödevden on (10) vereceğim” dedi bir gün.
Evet, bir sergi gezip on alacak ve not ortalamamı yükseltecektim.
Beyoğlu’nda Devlet Güzel Sanatlar Galerisi olduğunu duymuştum. Pazar günü öğlen yola çıktım. Kendi mahallesi ve okulu dışında bir yere yalnız başıma gidecektim ilk kez. Hem de otobüse binip Beyoğlu’na…
Otobüsten Galatasaray Lisesi’nde inip galeriyi sordum. İstiklal Caddesi’nde Taksim’e giderken sol kolda bir binanın ikinci katındaydı Galeri.
Galeri’ye ürkerek girdim. İçerisi loştu. “Kimse yok mu?” diye sorunca bir görevli karşıladı beni.
Sergiyi gezeceğimi, öğretmenimin ödev verdiği söyledim. Işıkları yaktı. Sergiyi gezdim kendimce. Görevli masaya bile oturmamıştı. “Hadi bittiyse ışıkları kapatacağım…” dedi. Nerden çıktı bu çocuk diye düşündüğü kesindi.
Öğretmenin yazılı kâğıt istediğini söyledim. Küçük bir not kâğıdına Galeri’nin kaşesini basıp üzerini imzaladı. O kaşeli, imzalı kâğıt bana ödevden 10 numara almamı sağladı. Sınıfta benden başka sergi gezen de olmamış. Ama asıl kazancım duyduğun her sergiyi gezmenin ışığını tuttu ömrüme.
Evet, resim yapamam sözcüklerle resim yapan, şiir çizen biriyim. “Peyzaj şiirler mi yazıyorum?” diye soruyorum kendime…
Mavisel Yener’in şu sözüyle koyalım noktayı…
“Çocuklar, dile getirebildiklerinin daha fazlasını duyumsayan bilgelerdir!”