Çocukluk yıllarımdan beri okurum.

Elime ne geçerse…

Hem okur, hem araştırırım.

Okuduğum kitap sayısı hatırı sayılır düzeydedir.

“Türklük, Türk Tarihi, Atatürk, Kurtuluş Savaşı, Atatürklü yıllar…” ilgi alanım olduğu için, bu yıllara ait bilgi birikimim de hatırı sayılır düzeydedir.

Ancak Arapçaya ve Farsçaya olan allerjim nedeniyle; bu dil grubu kökenli sözcüklere uzak durduğum için; “Tekâlif-i Milliye” nin anlamını çabuk unutmuşum.

Sayın Cumhurbaşkanı televizyonda “Tekâlif-i Milliye Emirleri” deyince; önce algılayamadım; sonra anımsadım.

Sayın Cumhurbaşkanı; Ulu Önder’in Meclisten aldığı yetkiyle; 10 madden oluşan “Ulusal Yükümlülük Vergisi’ne” atıfta bulunarak, yakın zamanda bu yöntemi de zorlayabileceklerinin alt yapısını hazırlama, sinyallerini verdi.

Çünkü fonlar tam takır.

Soruluyor; falanca konu için falanca fonda topladığınız paralar nerede?

Yanıt yok.

Soruluyor; filanca konu için filanca fonda topladığınız paralara ne oldu?

Yanıt yok.

70 yılda tesis edilmiş, 70 yılın birikimi fabrikaların satışından sağlanan gelirlerini ne yaptınız?

Yanıt yok.

Bu durumda bu lanet corono virüsün felç ettiği ekonomik ve sosyal hasar nasıl finanse edilecek? Bu çark nasıl döndürülecek?

!!??...

İktidarın gözü vatandaşın cebinde.

İban numarası verilerek başlandı işe.

Ne diyelim; “İnşallah daha ileri gidilmez, ibanla yetilir…” deyip; yazımızın başına dönelim…

Sayın Cumhurbaşkanı, konuşmasında, “…Kendi tarihini bilmeyenler, bugün devletimizin yürüttüğü yardım kampanyasını sabote etmeye çalışarak, milletten ne kadar uzak olduklarını bir kez daha göstermişlerdir…” dedi ve açtıkları bağış kampanyasıyla; Ulu Önder’in 10 maddeden oluşan “Ulusal Yükümlülük Vergisi” arsında ilinti kurmak istedi.

Yanlış bir benzetme, yanlış bir örnek oldu.

O tarihlerde; ülkenin dört bir yanı düşman işgalinde olan ülkenin kurtuluşu için 10 maddelik “Yükümlülük Emri” ile; “milletimizin elinde bulunan; silahtan cephaneye, giysiden yiyecek içeceğe ve yük taşıyacak hayvana kadar her tür malzeme ve aracın belli bir oranı” talep edilmişti.

Bu talep, ulusal bir seferberliğin gereği olup; bugünün bağış kampanyası ile bağdaştırlamayacak kadar kutsaldı ve olağanüstü koşulların zorladığı bir zorunluluktu.

“Bedeli geri ödenecektir” ibareli makbuzlarla toplandı.

Kurtuluş Savaşı kazanıldı.

Ve savaş sonrası kuruşu kuruşuna geri ödendi

Rahmetli Vehbi Koç, “Hayat Hikayem” adlı kitabında o günleri şöyle anlatır.

“…Ordu için alınan malzemelerin bedelinin yüzde altmışı ödenir, geri kalan miktar için o kişi (ya da mağazaya) borç makbuzu verilirdi. Savaş sonrası, alınan bu malzemelerin bedellerinin tümü, son kuruşuna kadar ödendi…”

* * *

Elbet içinde bulunduğumuz durum da olağanüstü bir durum.

En hayalperest insanlarımızın bile hayal edemeyeceği çok kötü günler yaşıyoruz.

Gelinlikler, damatlıklar askılarında kaldı.

Cenazeler ortada kalıyor, cenaze sahipleri bir yandan acılarıyla boğuşuşurken; diğer yandan cenazelerini binbir güçlülükle defnetmenin sıkıntıların yaşıyor.

Yüzbinlerce işşizimize milyonlarcası daha eklendi ve eklenecek.

Eğitim durdu, sosyal yaşam durdu, ekonomimiz de durma noktasında.

İnsanlarımız bunalımda; birbiriyle karşılaşmaktan korkar oldu.

Alışveriş yapacak mekan bulunamaz; bulunsa bile yapılamaz; uzatılan paraya el sürülemez oldu.

Gazeteler alınamaz, okunamaz, dokunulamaz oldu.

Kapılar, cam çerçeveler kollarla açılır, tekmelerle kapanır oldu.

Her şey kabus gibi.

İnsanlarımız oynatma aşamasında.

Bu durumda elbette kolay değil yönetenlerin işi.

Birlik, dayanışma içinde olmamız gereken şu günlerde; sözcüklerimizi seçerek kullanmak zorundayız.

Kötü günlerden geçiyoruz.

Ne diyelim; Tanrı yardımcımız olsun.