Erken olgunlaştığımı düşünürüm.

Yaş 20, muhabir oluyorum. Birkaç ay geçmeden gazeteyi yönetir konuma geliyorum, köşe yazıları yazıyorum.

Bir atışmamızda meslek büyüğüm diyor ki: “Senin gibi harika çocukları çok dehledi bu ihtiyar dünya!”

“Bana az gelirsin!” demek istiyor, ama araya sıkıştırdığı “harika çocuk” tanımlaması da gururumu okşamıyor değil hani.

Atilla Laçin Ağabeyim, önceki yıl kütüphanede o yılların arşivlerini karıştırmıştı da, hayretler içinde kaldığını gelip anlatmıştı: “O yaşta nasıl yazdın o yazıları?”…

Kısa sürede “gazeteci” olmam, doğuştan varolan bir yetenekle ilişkilendirilebilir kuşkusuz, Şinasi Nahit’in “Gazeteci olunmaz, doğulur” dediği cinsten…

Ama “erken olgunlaşma”yı bütün bunların dışında bir şans olarak düşünürüm kendi adıma.

Merhum Orhan Çöplü’nün, Orhan Berker’in yanında adımımı atıyorum çalışma yaşamına. Kısa süre sonra, “Çorum’un en beyefendi insanı” Aydın Kalelioğlu, patronum, üstadım oluyor; gazeteci kimliğimi ve kişiliğimi biçimlendiriyor. O’nun arkadaş grubunu tanıyorum, her biri ağabeyim oluyorlar: Dr. Turhan Kılıçcıoğlu, Cahit Angın, Dr. Atilla Bozdoğan, Vahit Benderli, Erdal Eralp…Onların da büyükleri olan Abdullah Ercan, Dr. Ali Emiroğlu, Dr. Rifat Patır…Daha niceleri…

Şehir Kulübü’nde masalarına misafir oluyorum.

Sohbetlerine katılıyorum; çoğunlukla dinleyici olarak elbet…

Sonra gazeteci kimliğimle memleketin valileriyle, üst düzey bürokratlarıyla tanışıp bir arada oluyorum. Merhum Belediye Başkanı Hamit Duran’ın “Fruko” ısmarladığı özel konukları arasına giriyorum.

Daha 22 yaşında bir siyaset efsanesi ile, Bülent Ecevit’le tanışıyorum, konuşuyorum.

O yaşta Başbakanlık makamını görmek, bakanları, Türkiye’yi yöneten insanları yakından tanımak…

Çorum’un mütevazı bir ailesinden çıkmış gencecik bir insan için, erken “pişme” ve erken “olgunlaşma” şansı değil mi bütün bunlar?

Akçeli işleri hiç öğrenemedim, ama Allah şahidimdir ki, cumhuriyet değerlerine bağlı, medeni bir insan olabilmek için elimden gelen gayreti gösterdim.

Meslek yaşamımda da, 1970’lerin sonuna kadar sırtımı Aydın Ağabey’e dayamanın rahatlığını yaşadım. Sıkışırsam sorabileceğim bir üstadım hep var oldu arkamda.

ÇORUM HABER’i çıkarmaya başladıktan sonra anladım, sormam gerekmese de sorabileceğim birinin var oluşunun önemini.

Aydın Ağabey çok uzaklardaydı ve artık herkes, takıldığı noktada bana sormak durumundaydı.

Sorumluluğum büyüktü.

Zamanla alıştım ve o sorumluluğu da omuzladım.

Ama hâlâ, bir işi doğru yapıp yapmadığım konusunda küçücük bir tereddüt yaşasam, Aydın Ağabey sesleniverecekmiş gibi gelir Gökova’dan.

İşimi böylesine titizlikle yapmaya çalışıyorum velhasıl. 

Eleştirirken incitmemeye azami özeni gösteriyorum.

Saygı, sevgi, hoşgörü ortamında bu Çorum için iyi şeyler yapmanın, yapılmasına katkıda bulunmanın çabasındayım.

Ha bu arada, Ticaret ve Sanayi Odası’nda yapılacak seçimlerin tarafı da değilim.

Ama, basına ve halkın haber alma hakkına yönelik yanlışlar söz konusu olduğunda ister istemez tarafım.

Bazı şeyler vardır ki, hamasi yüce meclis söylemleriyle geçiştirilemez.

Söylenmiş geçilmiş olur yalnızca.

Özet:

Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz.

Onun için söylemek isterim:

Ağırbaşlılığımızı zaaf zannetme yanlışına kimse düşmesin!

Sakın!...

Mehmet YOLYAPAR