Eski tarihlerde, medresede eğitim gören, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen, çok samimi üç arkadaş, medreseden mezun olup, memleketlerine dönerken, birbirlerine söz vermişler.

“Nerede, hangi işte ve hangi görevde olurlarsa olsunlar; birbirleri ile irtibatı asla kesmeyecekler ve doğru yoldan, adalet ve hakkaniyetten asla ve asla ayrılmayacaklar…”
“Yalnız” demişler; “Ülkemiz çok büyük. Yaşam koşulları bizleri kim bilir nerelere savuracak. Ve yine kim bilir, bir daha ne zaman görüşebileceğiz.

Ola ki görüşme olanağı bulduk, birbirimizi nasıl tanıyacağız? O nedenle aramızda bir şifre belirleyelim.”
Çok kısa ve hatırda kalıcı bir şifrede anlaşmışlar.
O şifre de; “BEN O'YUM !” şifresi olmuş.
Aradan uzun yıllar geçmiş, bizim üç idealist dava arkadaşının her biri bir köşeye savrulmuş:
Biri müderris (hoca), diğeri hatırı sayılır bir tüccar, bir diğeri de mutasarrıf (vali) olmuş.
Aradan yıllar geçmiş.

Tüccar olan medreseli, şehir şehir dolaşırken, dolaştığı şehrin birinde, medreseli arkadaşının; o şehrin mutasarrıfı (vali) olduğunu öğrenmiş.

Öğrenir, öğrenmez de; yılların özlemiyle, kadim dostunu ziyaret etmek ve kutlamak istemiş.
Büyük bir heyecanla, kadim dostunun makam katına varmış; görevliye kendini tanıtmış, “Mutasarrıf Efendi, yakın arkadaşım olur, kendisiyle görüşmek isterim…” demiş.

O demiş demesine de görevliler oralı bile olmamış.

Tüccar sinirlenmiş.

“Mutasarrıf Efendi, benim medrese arkadaşım, can dostum olur; beni derhal odasına alın… Yoksa!…” diye yağmış, gürlemiş ama görevliler, duymazdan gelmişler..

Tüccar Efendi, bakmış kimsenin tındığı yok, çaresiz, sıranın kendisine gelmesini beklemeye başlamış.

Beklerken de homurdanıyormuş; “… hele bir içeri gireyim, kadim dostuma olanları bir bir anlatacağım… Hepinizi sürdüreceğim buradan….”
Ama sıra da bir türlü kendine gelmiyormuş.

Derken, bizim tüccarın aklına, mezuniyet gününde belirledikleri şifre gelmiş.
Derhal küçük bir kâğıt parçasına:
“BEN O’YUM” yazmış; yazdığı notu görevliye uzatarak; notun, Mutasarrıf Efendiye iletilmesini, istemiş.
Tüccarın bu isteğini isteksizce yerine getiren görevli, az sonra geri dönüp aynı kâğıdı tüccara uzatmış…
Bizimki şaşırmış…

Ama asıl şaşkınlığı, kâğıdın arkasındaki notu okuyunca yaşamış.
Kâğıdın arkasında: “SEN O OLABİLİRSİN AMMA; BEN (artık) O DEĞİLİM!” yazıyormuş.

* * *

Yukarıdaki bu öyküyü; “Günümüz insanlarını ne kadar da güzel anlatıyor, değil mi Haboğlu?” dip notuyla göndermiş, bir tarihte yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen, şu an Eskişehir’de ikamet eden kadim dostum.

Anında telefonla aradım kendisini…

Kısa bir sohbetin ardından sordum, “Ne alaka, şimdi bu yazı? Öyküdeki mutasarrıf ben mi oluyorum” dedim.…

“Haşaaa!” dedi Kadim Dost; “Sen hiçbir zaman ‘BEN ARTIK O DEĞİLİM’ demezsin, hiçbir zaman da demeyeceğine eminim…”

Sonra da yine yıllar öncesinde, çok yakın olduğumuz, ortak bir dostumuzun; “kendisine, bu öykücükteki, mutasarrıf gibi davrandığını…” söyledi.

Ardından da ekledi; “yaz bunu köşende lütfen…”

* * *

Üzüldüm…

Ama yadırgamadım ve de hiç şaşırmadım.

İnsanoğlunun mayasında var vefasızlık. (Özellikle de bizim ülkemizde…)

Mesleğim gereği ülkemin dört bir yanında görev yaptım. Bu süre içinde; makama, mevkiliye, paraya tamah eden, nice muhteremlerle(!) tanışıp; arkadaşlık(!), dostluk(!) yaptım.

Sonra?

Sonrası malum.

Ben de bu öykücüğü bana gönderen kadim dost gibi pek çok mutasarrıf(!) bozuntularıyla karşılaştım.

Bu güruh nezdinde, paran, pulun, makamın, forsun varsa; itibar görürsün.

Makamın, forsun yoksa hikâyesin.

Ne sen o’sun; ne de o, (eski) o…

Bilesiniz ki, bu karakter yapısına sahip kişiler; yolda bulduklarını, yola çıktıklarıyla değişen; amacına ulaşmak için her yolu mubah gören, dostum dediği kişiyi anında satan zayıf insanlardır...

Yani?

Yani, onların (hâlâ) “O, OLMAMASI” kayıp değildir.

… …

Tanıdığınız ilk günden bugüne, (hâlâ) ilk günkü gibi “BEN O’YUM” diyen arkadaşınız var mı?

Varsa; sarılın onlara ve değerini iyi bilin onların…

Adamdır onlar, adamın hasıdırlar.

Diğerleri mi?

Onlar, adamın olmadığı yerde, adammış gibi yapanlardır.

“Mış” gibi yapan(lar) yani.

Bilecek, tanıyacak ve mesafeli duracaksın onlara karşı…

Bu toplumda en tehlikeli olan tipler; “…mış gibi yapan” tiplerdir.

Neyse…

Biz yazımızı şöyle bağlayalım.

… …

Balkona ya da kapıya bir gün (bile) çıkmadığında;

Merak eden, arayan, kapını çalan, “iyi misin” diye soran

Dostu, dostları olmalı insanın…

Kimi zaman ekmeğini, kimi zaman derdini bölüştüğün

Bir fincan kahveyle, çekinmeden gözyaşlarını döktüğün

Dostu, dostları olmalı insanın…

Mutluluğunu mutluluk yapan, arkandan konuşanı susturan

Ruhuna ilaç, kalbine huzur olan

Dostu, dostları olmalı insanın…