Yaşamanın başlangıcı vardır, ancak sonu bilinmezdir, tıpkı yaşamın kendisi gibi bilinmezlerle doludur. Ya bu bilinmezlerin arasında kaybolur, bilmediğin denklemler kurarak zaman harcarsın veya yaşamın sırlarını anlar tanıdıkça, anladıkça daha güzel yaşarsın.

Birisi size geleceğinizi anlatsa, bir film gibi izleseniz, bir anlamı kalır mı? Bir romanın sonunu okumadan bilmek gibi veya bir filmin sonunu bilerek izlemek gibi…Birden anlamsızlaşır her şey, bunalıma girer insan.

Oysa, yaşam bir süreçtir ve bu süreci sen yazarsın, sen dokursun, yaşamın anlamını başka yerlerde aramak, sırlarını başkalarının dünya görüşü ile çözmeye çalışmak kendinden oldukça uzaklaşmaktır, mış gibi maskeli yaşamaktır.

Art terapi çalışmalarımda maskeli yaşamakla ilgili bir etkinliğimde, insanların maske ile ne kadar zorlandığını izledim hep.

Oysa yaşam biziz, kendimiziz. Nefes alıp verişimiz akan bir ırmak gibi…Bazen coşkun akarsın, bazen durağan akmıyormuş gibi sakin sesiz, akarken etrafı yeşertir, bereketlendirirsin veya yakar yıkar koparırsın, kavgalı gibi akarsın…Veya yedi renkli gökuşağı ile bir olup neşeli köpükler saçarsın.

Bunları akarken öğrenirsin, hayatın içinde neyin seni yorduğunu, neyin rahatlattığını, neyin mutlu  kıldığını veya nelerin seni kupkuru mutsuz bıraktığını...

Hayat bana, sade, sakin, gökkuşağı ile birlikte doğayla içiçe, sevgiyle, aşkla  akmanın daha mutlu kıldığını öğretti. Bir yerden bir yere giderken onlarca valizin nasıl yorduğunu ,ihtiyacın olan, seni mutlu kılan ,senin için anlamı olan bir kaç eşya ile daha hafif, daha yorulmadan daha mutlu olacağını öğretti. Ne kadar  az o kadar çok sanat estetiğinde bunun yeri vardır. Vurgulamak istediğin tüm renkleri aynı miktarda tuvalde kullanırsan, resmi izleyen neye bakacağını, nereye bakacağını şaşırır, keyif alamaz .

Renkeleri belirli bir ritim içersinde, samimi, dengeli kullanırsan ,öne çıkarmak istediğin rengi diğerlerinden ayrı bir yere ayrı miktarda kullanabilirsen, resmin karşına geçenler o ritim ve denge içersinde resme saatlerce bakabilirler. Başyapıtlara dikkat edin hepsi böyledir. Monalisa gibi, İnci küpeli kız gibi…Koyu bir mavinin içinde devinimi hissetiğiniz gece yarısı yıldızları gibi ,çığlık gibi daha niceleri ne kadar az o kadar çok.

Yoksa her şey bir karmaşa olur,kafamızın karışması gibi, evimizin dağılması gibi,masamızın üstü gibi,o karmaşayı biz yarattık, içinden yine biz çıkabiliriz.

Doğada hiç karmaşa yoktur; kendi içinde bir devinimi, estetiği, güzelliği vardır,bir ritmi vardır. Ancak biz insanoğlu onun kafasını karıştırır, ritmini bozar, kendi çıkarlarımız için doğa ile savaşırsak şaşırır, ne yapacağını bilemez…Ve intikamını korkunç alır daha sonra!

Biz de başkalarının hayatlarına karışır ve başkalarını  hayatlarımıza karıştırırsak, kendi iç benliğimizi, kendimizi unutur,  başkalarının doğasına uygun yaşamaya çalışırsak, bir gün gelir kendi benliğimiz bizden intikamını alır.

Herkes kendi hayatını yaşamalı, kendi ritminde, kendi doğasında…Ancak o zaman yaşam dediğimiz süreç içersinde daha çok mutlu oluruz. Bizim dışımızda, irademiz dışında her şey bizi yorar, üzer, kırar, enflasyon gibi bizim müdahil olmadığımız bir çok şey bizi mutsuz kılar.

Seçimlerimizi kendimize göre yaptğımız zaman daha mutlu oluruz. İçimizdeki  saf sevgi ırmağını daha rahat harekete geçiririz. Bir de içindeki sevgi ırmağını keşfetmiş insanlara denk gelirsek, her şey çok daha güzel olur.

Sevgi, okyanusun derinlikleri gibidir, kalbimizin kirini pasını alır, nefesimizi  düzene koyar, nefsimizi artırır. Sevgiyle alınıp verilen her nefes dünyayı da aydınlatır. İçimizdeki sevgi ırmağına ulaşmak için, kendimizi keşfetme yolculuğuna çok valiz almadan, sade, yalın, içten, samimi çıkmak gerekir.

Kendimizi onarmak için. açılan yaraları bir daha açılmadan kapatmak için, içimizdeki aşka ve sevgi ırmağına ulaşmak gerekir. Sade, yalın sevgi, aşk yaşam sürecimizdeki en güzel deneyimdir.

İçimizdeki aşk ve sevgi ırmaklarını keşfetmeye hazırsak, zamanı ertelemeden bu yolculuğa çıkmak gerek, umutla, sevgilye...

KUŞADASI