Oturduğu evin penceresine her gün kafasını dayayıp, kitaplar okur, düşler kurardı. Hayatı, okuduğu hikâyelerle dopdoluydu.
Huzurluydu ve sessiz bir mutluluk içindeydi. Dışarıları seyretmiş gibi gözükse de, kendi içinin dünyasında yaşardı. Çünkü evren kötülüklerle doluymuş, annesi hep öyle derdi. Ve bu kendine yarattığı dünyada hiç bir kötülük yoktu. Görünen evrende bazen insanları anlamaya çalışmayı denedi. Ama insanlar onun kafasında hayal ettiği dünyadaki gibi iyi değillerdi. Onun için kendi dünyasında yaşamaya karar verdi. Bazen o pencere kenarında saatlerce oturur, okuduğu hikâye kadınları düşlerdi. Kendisi olmak istediği hikâye kadınlar vardı. Aşk ve tutkuyla bağlandığı hikâye adamlar. ..
Ne olurdu, o hikâye adamlardan birisi gibi bir adam çıksaydı karşısında. Kendi yarattığı dünyada hep o hayal ettiği aşk kokan adamlarla nefes alırdı, ama gerçek ve görünen dünyada öyle adamlar yoktu. Onun için bu hayatta, hep bir şeyler eksik gibi gelirdi.
Bazen cama hoflayıp küçük küçük kalpler çizer ve içine kendi baş harfi olan "S" yi koyardı. Onun o "S" harfinin karşılığı bir harf yoktu.
Yaşı da normal evlenme yaşını geçmişti. Oturduğu kasabada bütün genç kızlar on dokuz yaşını doldurur doldurmaz evlendirilirdi. Bazen istemeye gelirlerdi Sevgi’yi ve her gelene bir göz süzdürür ve olmaz der çıkardı. Genelde onu istemeye gelenleri ya göğüslerine ya da kalçalarına bakarken yakalardı. İşte o zaman kendini etine-buduna bakılıp alınan bir hayvan gibi hissederdi. O istiyordu ki; gözlerimin içindeki ben’lere bakan ve onları görenler olsun.
Gelecek zamana ait umut dolu, aşk dolu çocuklar doğurmayı düşlerdi. Çocukların adını bile düşünmüştü. Kız olursa Türkan, erkek olursa Kadir koyacaktı. Çünkü Türkan Şoray'ı ve Kadir İnanır’ı çok seviyordu ve bütün filmlerini izlemişti. En çok severek izlediği film ise “Al yazmadım” filmiydi. Bu filmi belki de on ya da yirmi kere izlemişti. O filmdeki “Sevgi neydi? Sevgi emekti” cümlesini kocaman harflerle yazıp odasının başköşesine asmıştı.
Annesi bazen odasına girer “şu yazıyı kaldır, zaten hep bu yüzden seni istemeye gelen insanlara hayır diyorsun” derdi. “Hayat okuduğun romanlardaki gibi değil, gerçek dünyaya dön” diye de bağırarak odasından çıkardı.
Aslında onun kafasında yarattığı dünya gerçekti ve tamamen kendisiydi. “Tamamen benim dünyam olan bir insanla evlenmek istiyorum” diye annesine kızarak söylenirdi. Annesi de, artık evde kuruyan kızlara döndün, bak kaç senedir seni istemeye gelen de yok der, yarasına tuz basardı. Çok bir şey istemiyordu aslında aşk ile sevebileceği bir adam istiyordu. O adama umut gibi masmavi çocuklar doğurabileceğini düşünüyordu. Sevmediği bir adamla evlenmektense evde kurumayı tercih ediyordu.
Yine bir gün istemeye geldiler Sevgi’yi. Kahveleri ikram ederken adamı baştan aşağı bir süzdü ve yine hayır dedi. Bu sefer artık annesi dayanamadı ve odasında camın kenarına dizdiği bütün romanları, o ağlaya ağlaya, gözlerinin önünde yaktı. Sevgi birden bire kendini boşluğun içine düşmüş bir kelebek gibi hissetti. O boşluktan çıkması için bir kapısı bile yoktu. Çünkü annesi bütün kapılarını yakmıştı. Bütün hayatı kül yığınına dönmüştü ve oraya buraya savruluyordu.
Sevgi artık camın kenarına oturmuyor ve düşler kuramıyordu. Ölü gözlerle, kimsenin ulaşamayacağı kalın bir duvarın ardından bakıyordu. Yüzünde ışık huzmesi bir daha hiç yanmadı, gözbebekleri bir daha ışıl ışıl hiç parlamadı. Bütün hayalleri ellerinden alınmıştı. Hayalsiz, kendini bir hiç gibi hissetmeye başladı. Boş gözlerle evin içini seyrediyor, sobada fokurdayan çaydanlığı, duvarda asılı eski yıpranmış resimleri, yerde eskiden rengi kırmızı olan ama şimdi gülkurusu rengine bürünen halının çizgilerini seyrediyor ve her şeyin anlamsız, boş olduğunu düşünüyordu. O okuduğu kitaplardan kendine, küçücük evde kocaman bir dünya kurmuştu. O dünyası artık yok olmuştu. Ne yapacağını ve vaktini nasıl geçireceğini bilemiyordu.
Dışarıya çıkmak, güneşin sıcaklığını yüreğinde hissetmek ve kalabalık insanlar içine karışmak için de bir çaba sarf etmiyordu. Onun güneşi kitaplarıydı. Annesi bazen öyle boş gözlerle baktığını görüyor, ama hiç bir şey yapmıyordu.
Yine bir gün Sevgi’yi istemeye geldiler ve bu ıstıraba daha fazla dayanamayarak evet dedi. Adamın suretine bile bakmamıştı ve sadece düştüğü bu boşluktan çıkmak istiyordu.
Ertesi hafta düğün dernek kuruldu ve Sevgi o suretine bile bakmadığı adamla evlendi. İlk gece olanlar oldu. Sevgi düştüğü boşluklara daha derin kuyular kazdı. Adam resmen caninin teki çıkmıştı ve Sevgi’nin canını acıta acıta seviyordu. “Belki de yaşadığı hayatta herkes onu inciterek sevmişti. Hep o yüzden o da acıtarak sevmeyi öğrenmişti”. Sevginin bütün vücudu morluklar içinde kalmıştı. Kocası dediği adama yapma-etme dedikçe sanki o cümlelerden resmen zevk alıyor, ağzının salyalarını akıtarak daha fazla canını acıtıyordu.
Günler sanki durmuş geçmek bilmiyordu. Zamanın akrebinin yüreğinden tutup beyninde güzel olan bir anı arıyordu, ama bulamayınca, akrebin iğnesini çıkartıp acıyan yerini tekrar acıtıyordu. Her şey çok ağır geliyordu yüreğine ve sanki bir bilinmezlikte yüzerken, birden sahile düşmüş bir balık gibi nefes almaya çalışıyor, ama alamıyordu. Ölecek gibi oluyor ölemiyordu. Acı bir çengelli iğne misali ne kadar çıkarmaya çalışsa o kadar içine içine batıyordu. İçinde uğurlayamadığı acılarını dışarı çıkartıp gökyüzüne savuramıyordu. “Sıcaklığını yitiren acılar sonsuzluğa uğurlanmalı. ”
Bu cümleyi hangi kitaptan okuduğunu hatırlayamadı. Ama onun acıları sıcaklığını taptaze koruyordu. Acılarını beyninin diplerine saklamak istiyor, bir yandan da her gün görebileceği yerlere koyuyordu. O koyduğu yerlerdeki dikenleri alıp alıp bileklerini kesiyor ama kanlar akmıyordu. O boşlukta öylece oturup zamanı bekliyordu. Evleneli koca üç ay olmuştu ve artık aynalara bakmaya korkuyordu. Çünkü yüzü kendisine ait değilmiş gibi duruyordu. Her aynaya baktığında, aynanın diğer yönünde başka birine bakıyormuş gibi hissediyordu.
Oysa ki Sevgi adı gibi sevgi dolu bir insan istiyordu.
Sevgi, üç ayın sonunda bu ıstıraba daha fazla dayanamadı. Bir gün kasabanın hemen yanındaki, altından yeşil sular akan köprüye çıktı. Kollarını sonsuzluk gibi açarak, kendini yeşil sulara bıraktı. Cesedini dört saat sonra balıkçılar buldu. Otopsi için Sevgi’nin cansız bedenini şehre gönderdiler. Otopside iki aylık hamile olduğu anlaşıldı.
Oysa ki o, sevdiği adamdan, umut dolu mavi çocuklar doğurmayı düşlüyordu.