Emperyalizmin sahnesinde kuklalar çok renkli ve çok seslidir. Lâkin iplerin ucu hep kuklacının elinde olmak şartıyla!…

İnsan hakları, çevrecilik, feminizm, kadın hakları, çocuk hakları gibi insanların bir araya gelerek gösterecekleri muhalefet hareketlerini de emperyalizm denetlemenin peşindedir. Şöyle ki “Muhalif olunacaksa onu da ben yapar ve/veya yaptırırım” anlayışı ile dernekler, vakıflar kurar veya kurulu yapıları para desteğiyle denetler. Bu iş için oyunlar, skeçler, sokak gösterileri sahneletir.

İnsanlar,  bir şeylere karşı çıkmanın, çevreyi, kadınları, çocukları, insan haklarını savunmanın verdiği vicdani rahatlamayla özgürlük kalelerinin burçları olan evlerine dönerler.

Yorgun, ama mutlu, televizyonlarını açarak, bazen bile bile, emperyalizmin ürettiği gündem haberlerini, dizileri, evlilik (izdivaç), yemek ve yarışma programlarını izleyerek düşünce ve algıları uyuşturulmuş olarak bedensel uykuya geçerler.

Bu çok renkli, çok sesli sahnede ve en az iki olan televizyonun olduğu evlerde, kadın tiryaki olduğu dizisini, erkek abonesi olduğu konuşmacılarının ABD-AB muhibbi olduğu haber yorum programlarını izler. Ne gariptir ki neredeyse büyün kanallarda aynı gündem benzer ağızlardan topluma şırınga edilir.

Televizyonlarda herkesin rengine, inancına, ilgi alanına göre yayın vardır. Ana eksenin, baş düşman emperyalizm olduğunu göstermeden yapay gündem, dayatmalarla, toplum şekillendirilmektedir. Sebep-sonuç ilişkisi örtülerek salt sonuçlar üzerinde patinaj yaptırılarak kervanın yürümesi sağlanacaktır.

Emperyalizm, o kanlı yüzünü küreselleşme maskesiyle örtmeye çalışarak kimine turuncu, kimine mor, kimine pembe, kimine yeşil ve tonları havuç uzatarak, oyunun yazan ve yöneteni olarak elinden geleni yapmaktadır.

“Gündüz külahlı, gece silahlı”  derler ya… Sistem gündüz çevre, feminizm, insan hakları eylemcisi olarak görünen insanları gece televizyon kanalları üzerinden şekillendirmektedir. Boşaltılan muhalif elektrik yerine, sistemle uyum içinde yaşayacak kitleler, aşı yapılarak evcilleştirilecektir.

İşte buğusu üstünde bir haber…

İÇ ÇAMAŞIRLI EYLEMCİLER İSTANBUL'DA!

Metronun Levent durağında şaşırtan görüntü...

“2002 yılından bu yana başta New York olmak üzere dünyanın birçok kentinde "Metroda Pantolonsuz Yolculuk" eylemi düzenleyen “Improv Everywhere” adlı grup bu yıl İstanbul'da da boy gösterdi.

CNN Türk'ün haberine göre, grup üyeleri İstanbul’da yapılan eylem için dün Taksim Meydanı'nda buluşarak, hep birlikte metroyla Levent'e gitti. Grup, eylem planına göre Levent’te 10 dakika kadar bekledikten sonra metroyla yeniden Taksim’e döndü.

Metrodaki şaşkın bakışlara ise şu cevapların verilmesi istendi: “Bugün pantolonumu evde unuttum…”, “Giymeye fırsat bulamadım…”, “Pantolonuma kahve döküldü…”!

Eylem öncesinde ayrıca, gruptakilere, dekolte ve g-string giymemeleri konusunda uyarı yapıldığı bildirildi.

Rowan Savage isimli eylemci, grubun İstanbul eylemi için açılan Facebook sayfasında, eylemcilerden sekizinin polis tarafından sorgulandığını, ardından serbest bırakıldığını belirtti. Savage, eyleme katılanların çektiği fotoğrafların tamamına yakınının da yetkililerce silindiğini ifade etti.

“Improv Everywhere” adlı grup, New York'taki eylemlerini 2010 yılında bir adım daha ileri taşımış ve metroya binen kadınlı erkekli yaklaşık bin kişi iç çamaşırlarını da çıkarmıştı.”

Baş efendi bu iş için kesenin ağzını açık tutmaktadır. İşin en güzel tarafı GDO’lu dernek ve benzeri yapılara harcanan para ABD’nin savaş için harcadığı paradan daha düşüktür.

Eski çağlardaki köleci tarım toplumudur yaşanan, bostan dolaplarını çevirtmek için esirler kullanılırmış. Ancak bu esirlerin gözlerine mil çekilirmiş.

Yıllar sonra çocukluğumun İstanbul’unda Langa Bostanları’nda dolabı çeviren atları görmüştüm. Gözleri bağlı atlar… Nedenini sorduğumda babam, “Gözleri açık olursa birkaç tur atıp dururlar. Ama gözleri bağlı olursa sanki hep yol gidiyormuş hissiyle döner durur, bostan dolabını döndürürler…” demişti.

Gözlerine mil çekilen esirlerden gözü bağlı atlara geçen üretim tarzı, günümüzde bostan dolabını “al-tüket-at” çağının kölelerine döndürmenin tezgâhındadır. Amaç, ulus devletleri hedef alan bölücü tertiplerle kitleleri mücadeleden uzak tutmak, kumda oynayın cici çocuklar olun demektir. Bu da insanları insancıklaştırarak “Biz onlardan değiliz… Sadece çevreciyiz, feministiz vb.” dedirtmektir.

Bir dönem Türkiye’de “O komünisttir…”  dediniz mi iş biterdi… Kötü kadın demekten bin beterdi bu söz…

Rahmetli babam, “Sosyalist ne kelime, biz sosyal bile diyemezdik…” diyerek o karartma günlerini özetlemiştir.

Şimdilerde “kötü kadın” demenin toplumsal ifadesi “Ergenekoncu…”dur.

Kanla, irfanla, devrimle kurulan Cumhuriyet’i, vatanın birliğini savunmadan ne çevreyi, ne kadın ve çocukları veya insan haklarını, ne de özgürlükleri savunmak mümkün değildir.

TRT’nin bölge radyolarını kapatmak için hamle yaptığı günlerde Antalya Radyosu’ndaki dostlar da bu tasfiye girişimini toplumla paylaşarak basın açıklamaları yapacaklardı. Biz de o dönemde bir derneğin şube yazmanı olduğumuzdan bir toplantıya katılmıştık.

Konuşan sendikacı bilgi verdikten sonra katılımcılar söz alarak görüşlerini bildirmeye başladılar. Sıra bize geldiğinde şunları söylemeye çalışmıştık.

Arkadaşlar biz bu haklı eyleminizi destekliyoruz ve sonuna kadar yanınızdayız. Ama bizler vatanın birliği ve Cumhuriyet’imiz söz konusu olduğunda yapılan eylem ve basın açıklamalarında sizleri yanımızda göremiyoruz. Vatan sadece radyo, dereler, meralar ve madenlerden ibaret değildir, o bir bütündür, demiş ve Mustafa Kemal’in şu sözünü hatırlatmıştık, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır”…

Aynı bütüncül anlayışı taşocakları bahanesiyle doğanın yağmalanması için eylem yapan dostlara da söylemişizdir.  

Emperyalizm, kavramları “toplum mühendisliği” teranesiyle dönüştürmekte, yeniden anlam yüklemektedir. GDO’lu kavramlar…

Çevre mi dediniz?

Çevre; insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamdır.

Sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı budadınız mı al sana mis gibi çevre… Hava kirliği, ozon tabakasının delinmesi, kutuplardaki buzların erimesi, küresel ısınma…

Sonuçlar beş, beş… Ya sebep-sonuç ilişkisi?

Bir şeyin etrafında bulunan her yere ve şeye çevre denir. Örnek cümle: “Kaçamadım çünkü çevrem tel örgülerle çevrilmişti.

Şimdi ortalığı karıştırmanın sırası mı?

Ne güzel çevre sorunlarını konuşuyorduk, kim bu siyasi yazılar paylaşan grupta?

Körün fil tarifinden tangolar… Hem de ahşap boyamanın dayanılmaz meşguliyetinden!

“Tüm birim ve çevrelerinin dikkatine; operasyon devam etmektedir.”

Arkadaş, “Bana kimse bir şey yapamaz, çevrem çok sağlam” demesin.

Çünkü Cumhuriyet’in altındaki zemin hızla kaydırılmaktadır. Hedef bölünmüş Türkiye ve şehir devletçikleridir.

Farkında mısınız?