Gazete okurken, televizyon seyrederken, sokakta dolaşırken kısaca aklımıza gelen her yerde; günün her saatinde reklam izliyoruz. Bu sektör öylesine gelişmiş ki kaçarak kurtulmamız mümkün değil. Özellikle marketlerden yeni adıyla alış veriş merkezlerinden, birilerinin önerileri doğrultusunda taksitle ya da cebimizden eksik etmediğimiz kartlarla peşin olarak; kimi zaman da bilmem kaç taksitle reklam maddelerini alıp çıkıyoruz. Kartlarımızın para puanları arttığı için bizler memnunuz.  Bu işten kazançlı çıkanları birer birer saymaya kalkışmayalım.

Bilindiği gibi günümüzde üretim basitleşti. Ürün çeşitliliği, ürün miktarı o kadar arttı ki dünyada yaşayan bütün insanların depolarda biriken ürünleri tüketmeleri olası görünmüyor. Üretmek para etmiyor. Önemli olan üretilen ürünleri insanlara satabilmektir. İnsanların o ürünlere ihtiyacı yokmuş, sağlıklarına zarar veriyormuş, bunlar küçük ayrıntılar. Sağlıkları bozulursa onlar hastalanmış demektir. Hastanelerde kullanılan ürünleri kullanacaklar. İlaçlara para harcayacaklar. Şayet ölecek olurlarsa cenaze sektöründe üretim yapanlar para kazanacak demektir. Adamlar üretmiş, çöpe atılacak değil ya!

Ürün satışlarının artması, bir başka deyimle tüketimin artmasının en kolay yolu reklamlardır. İnanılmaz ölçülerde paranın dolaştığı bu sektörde en gelişmiş teknikler uygulanıyor. Diğer taraftan potansiyel müşterilerin başka adları var ama onu yazmayalım. Hazır müşterilerin; diğer adıyla kınalı kekliklerin kafese girebilmesi için bireylerin toplum içindeki davranışları bilimsel yöntemlerle inceleniyor. Bu alanlarda yetişmiş uzmanlar kendilerine önerilen yüklü miktarlardaki paraları geri çevirmek istemedikleri için bilgilerini, deneyimlerini reklam sektörünün hizmetine sunuyor.

Tanıtım amacıyla yola çıkan reklamcılık, süreç içinde yeni boyutlara ulaştı. Televizyonlarda, sinemalarda film izliyoruz. Bazılarımız beğendikleri dizileri “kaçırmamaya” özen gösteriyor. İzlediğimiz reklamlar, belirli aralıklarla yayınlanan reklamlarla sınırlı değil. Bizlerin anlayamayacağı yöntemlerle asıl reklamları izliyoruz. Bilinçli bir tüketici olarak farkında olmadan satın alacağımız ürünlerin çeşidini, markasını, miktarını bu sayede özgürce karalaştırıyoruz.

Ayrı bir yazı konusu olabilecek başka ayrıntılar da var. Bilindiği gibi reklamlar, medyanın en önemli gelir kaynağı. Yazılı basın ürünleri belli bir para karşılığı satabilirken, görsel medya izleyicilerden para alamıyor. Sonuçta birçok medya kuruluşu, yayınlayacağı haberlerde, izleyicisine sunacağı dizilerde reklam konusunu değerlendirerek karar veriyor. Kurula uymayan yayın kuruluşları en kısa sürede belasını buluyor. Haddini bilmeyen çalışanlar, yazanlar, çizenler, türkü şarkı okuyanlar bir anda işinden oluyor.

Reklamlarla yetinmeyen büyük üreticiler, holdingler, başka yollara başvuruyor. Bunlardan en yaygın olanı ekonomik ve askeri gücüne güvenen ülkelerin liderleri seçimlerle işbaşına gelen ülke yöneticilerine küçük çaplı ricalarda bulunuyor. Tam bağımsız ülkelerin ileri gelenleri büyüklerini kırmamak için ne gerekiyorsa yapıyor. Yeni yasal düzenlemeler yapılıyor. Bazı ürünlerin üretimlerini azaltmak için gereken yapılıyor.  Gerektiğinde yurtdışından borç para alınıp, ülke içerisinde üretilebilecek ürünler yurt dışından satın alınıyor.

Hayır diyenler, emirlere karşı gelenler, tahtından tacından oluyor. O ülkelere demokrasi getirebilmek için askeri güçler seferber oluyor.

Bir dönem geldi, özel televizyon kanalları yayına başladı. Yıllardır alışkın olmadığımız reklamlar diğer adı aptal kutusu olan televizyonlarda yani beyaz ekranlarda yayınlanmaya başladı. Seçimlerin yaklaştığı günlerde siyasi partiler, o partilerin değişmez liderleri deterjanlar, yumuşatıcılar gibi pazarlanmaya başladı.

Reklamlar tutmuştu. Seçim öncesi kesenin ağzını açan siyasiler, koltuğa oturur oturmaz bizlere hizmette kusur etmediler. Anamız bir gün değil, her gün ağladı. Erkek millet olduğumuz için kendimize laf söyletmemek için bir şey görmedik, bir şey duymadık, bir şey konuşmadık.

Sayısını bilmediğimiz üniversiteler başarılı, özür dilerim parasal gücü yerinde olan lise mezunlarına kapılarını açtı. Değişmeyen bir kural vardı öğrencilerden istenilen paraların zamanında ödenmesi yeterliydi. Öğrencilere bol miktarlarda para harcayabilecekleri birbirinden güzel alanlar sunuluyordu.

Gün geldi, üniversite reklamlarına alıştık. Parası olanlar askerde Aslan Mehmetçik yerine Mehmet ağa oluyordu. Bir ay gibi oldukça uzun bir sürede bu beladan kurtuluyordu. Şehit olmak gibi bir seçenekten yoksun kalıyorlardı, o kadar kusur kadı kızında da bulunan cinstendi.

Bu günlerde farklı bir reklam dikkatimi çekti. Birçok lise mezununun girebilmek, okuyabilmek için yıllarca çaba gösterdiği ODTÜ (Ortadoğu Teknik Üniversitesi) öğrenci alabilmek için reklam vermeye başlamış. Reklamda neler yok ki? Üniversitenin akademik üstünlüklerinin yanı sıra devrimci kimliği dile getirilmiş.

Bu reklamı hazırlayanların akılların zoru yoksa Müslüman mahallesinde salyangoz satmak gibi bir niyetleri yoksa benim anlayamadığım bir bildikleri var demektir.

Belki yakında yayınlanacak bilmem hangi devrimci yaşasaydı ODTÜ’de okumak isterdi tarzında yeni reklamlar yayınlanabilir. Amaç öğrenci almaksa neden olmasın. Reklamın iyisi kötüsü olmaz. Amacına ulaşan, amacına ulaşmayan reklamlar vardır.

Anlamakta zorluk çektiğim bilimsel bir kimliğini ön plana çıkaran, teknik eleman yetiştirmeyi amaç edinen bunu yıllardır başaran bir üniversite reklam yapmaya neden gerek duyar? Reklamla okula alınan gençler, okullarını bitirdiklerinde insan sağlığına zararlı olduğu bilinen ürünler konusunda uyarır mı? Bilimle reklamın birbirine ters düştüğü yerde seçimini hangi yönde yapar?

Yoksa daha fazla para kazanabilmek için Lazların kralı Marks yaşasaydı bilmem hangi marka içeceği tüketirdi diye bilimsel tezler mi üretirdi?