Latife olsun için bakınız size iki tane yaşanmış örnek sunuyorum:

1-Bendeniz İstanbul’da 1963’de Harbiyede, Selimiye Kışlasında istihbarat askeriyim. O zaman istihbarat askerleri sevil saç-sakal serbest. Arada tıraş oluyorum. Bir Ramazan’da Rum bir berber ki beyefendi bir ustaya tıraş oluyorum. Tıraş esnasında bir sigara dumanı kokusu geldi. O zaman insanlar inançlara daha saygılı, daha dikkatli ve hassas davranıyorlar. Benim burnuma koku gelince başımı sağa sola gayri ihtiyari çevirmişim. Bunun farkına varan berber durumu anladı ve elindeki makineyi bıraktı. Bitişikteki odaya girdi. Ben koltuktayım. İçeriden bir gürültü ses geldi. Ben de koltuktan kalktım. Odanın kapısı aralık içeri baktım. Berberin oğluymuş. İçeride sigara içiyor. Duman kokusu oradan gelmiş. Berber oğlu ile münakaşa ediyor, hatta oğlunu tokatlamış, hemen ben müdahele ettim. O zaman da hocayım. Berber de benim din adamı olduğumu da biliyor. Ben herkes reyinde hürdür, çocuğa dokunma dedim. Rum berber, “Hayır” dedi. “Herkes inancında hürdür amma, başkalarının inancına saygısı olmayanın kendine ve kendi inancına saygısı yoktur. Bir daha yapamaz. Onun namına özür dilerim” dedi.

Bunu diyen Rum-Hıristiyan ama insan, ama beyefendi, yani adam gibi adam, acaba diyorum, o usta bugünleri görüyor mu veya görse, Müslümanlar birbirlerine saygı duymazlarsa başkasından nasıl saygı beklerler demez mi acaba diyorum. Bu hal aynı zamanda bir empati olduğu kadar bir hassasiyettir. Bir nezakettir, hatta beyefendiliktir. Olgun, saygılı bir insanlık sıfatıdır diyorum. Hiç kimsenin özeli hiç kimseyi ilgilendirmez. Ama insana insanca saygı diye bir toplumsal kural var. Bunun ihlali ise toplumu bozar. Saygıyı sevgiyi zedeler diye düşünüyorum.

İkinci bir espri: Karadenizliler dini hassasiyetleri yüksek olan insanlardır. Hatta hocam derdi ki; çok alim hocalar Karadenizden, Trabzon, Rize gibi yerlerden çıkar. Trabzon’un Çaykara ilçesinde Sulatn Murat Yaylası var. Orada şehitlikler var. Karadeniz’in yiğit insanları Rus ordusunu yüzlerce şehit vererek mağlup etmişler ve oradan Bayburt tarafına inmelerini önlemişler. Bu savaşta şehit olanların mezarları o Murat Yaylasında, muhteşem doğası olan bir yer. Orada bir kardeşimiz anlattı. Bu yaylaya zamanında yol yapıyoruz. Dik arazi. Çok zor şartlarda çalışıyoruz. Aylardan Ramazan. Kalabalık bir gurubuz. Hepimiz de oruçluyuz. Vakit ikindiye yaklaştı. Son derece açlık ve susuzluk canımıza tak etti. Bazılarımız dayanamadı, berrak suyu içerek oruçlarını bozdular, vakti beklemeden yediler. Onların oruçlarını yediğini görenler de onlara katıldılar. İçimizde orucunu bozmayan bir kişi kaldı, o kişi de çok zorlandı. Neticede; buz gibi akan suyun başına vardı. İki avucuna suyu doldurdu. Bizler içecek diye bakıyorduk. Elini havaya kaldırdı: Ey ulu Allahım. Görüyorsun, piliyorsun ki, herkes bu suyu içti. (Haşa) Benim yerimde sen olsan bir kul olarak bu darlıkta bu berrak buz gibi suyu bu sıcakta val.... içersin. Ama ben ölsem de içmeyeceğum. Ama senden bir ricam var. Sakın bu iyiliğumi unutma eyu mi” dedi ve avucundaki suyu döktü ve bu kişi son anlarında aynı itikadı ve ibadeti sürdürdü.

(SÜRECEK)