(Mübarek Ramazan ayının yaklaştığı şu günlerde 8 yıl öncesinden Ramazan’la ilgili bir yazı.)

Şimdilerde pek yoktur ama eskiden çok yemek yiyen insanlar varmış.Bu çok yemek işi o zamanlar marifet sayılıyormuş. Bu insanlar bu marifetlerini de ekseriyetle Ramazan’daki iftar sofralarında gösterir, mezarı da boylarlarmış.
Geçmiş zamanlarda şehrin birinde, o şehrin beylerinden birisi, eşini, dostunu, akrabalarını iftar yemeğine davet etmiş. Bu davette Bey’in çok yemesiyle meşhur olan bir arkadaşı da varmış.
İftar vakti olunca davetliler 2-3 hurma yeyip birer bardak su içtikten sonra, namaz kılmak üzere yan odaya geçmişler. Namaz bitip geri döndüklerinde bakmışlar ki bizimki sıvışmış, görünürlerde yok. Sofraya bakınca bir de ne görsünler, bizimki ne var ne yoksa sofradaki her şeyin yarısını yemiş. Yemiş amma baygın düşmüş. Başına gözüne su dökmeler, yüzüne ufak ufak şamarlar, derken biraz kendine gelir gibi olmuş. Bu sırada topluluktan birisi bu böyle olmaz, bunu doktora götürelim deyince, bizimki ne dese beğenirsiniz? BANA DOKTOR NE YAPSIN? ŞU YARIM EKMEĞİN ARASINA BOLCA KAŞAR KOYUP TA VERSENİZ YA!
Yine bir çok yemek yiyen hikayesi de Vatan Gazetesi yazarlarından Selahattin Duman’ın köşesinden:
DEV İMAM: Yine bir ramazan ve yine bir iftar daveti. Bu defaki davetlilerin içinde çok yemesiyle meşhur olan, Dev İmam da varmış. Neyse iftar vakti olunca herkes sofraya oturmuş. Sofrada herkese ne kadar konuyorsa onun 4-5 katı kadar da Dev İmam’ın tabağına konuyormuş. Ama yine de o herkesten önce bitiriyormuş. Davetlilerden birisi, “Hocam maşallah iyisinden doymuşsunuzdur inşallah” deyince, “Pek te öyle sayılmaz, sucuklu yumurtayı yufkaya dürüp yesem hiç fena olmaz” der. Bunun üzerine mutfağa haber gitmiş, bol tereyağına iki kangal sucukla, 40 yumurta kırılmış, pişirilip acilen Dev İmam’ın önüne getirmişler. Bizim imam efendi 3-4 ekmeğe dürmüş dürmüş, hepsini yeyip bitirmiş, sonra da “Şimdi doydum elhamdülillah” demiş.
Yeme, içme konularında doktor tavsiyesine mümkün olduğu kadar uymaya çalışırım. Bunun yanında meşru olmayan içkilere de karşıyımdır. Ama hikâye bu ya, gazeteciler 100 yaşını geçmiş bir adamla röportaj yapmaya giderler. Adama, “Çok sağlıklısınız maşallah, nasıl bir yaşantınız var? Nasıl böyle sağlıklı kalabildiniz” diye sorarlar. O da, “az yerim, süt yoğurt ağırlıklı beslenirim, çok su içerim, az uyur, çok yürürüm” gibi sözlerle uzun yaşının sırrını anlatırken oturdukları yerin arka tarafından kazan, kap, tepsi gibi şeylerin tıkırtı seslerini duyarlar. Biraz sonra da yaşlıca biri ortaya çıkar. Bunun üzerine 100 yaşını devirmiş olan kahramanımız geleni gösterir ve “bu gelen de babamdır” der. Adamlar ayağa kalkar. Karşılarındaki kürsü gibi bir yere oturur. Elinde sarma sigarası, önünde içkisi, kırmızı etli, yumurtalı v.s. ne varsa önündeki tepside. Doktorlarca zararlı, yasak denen ne varsa hepsi var tepside.
Gazeteciler gördükleri manzara karşında, “eeee babanız nasıl besleniyor” diye sorarlar. 100 yaşını geçmiş olan adam, “İşte gördüğünüz gibi, her şeyi yer. Bu sarma sigarasından da günde 30-40 tane içer. İçki derseniz sabah başlar akşam yatıncaya kadar. Pek bu kürsüden de kalkmaz” der. (Bu durumda baba da 125 yaşın üzerindedir herhalde)
Kıymetli okuyucularım tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz ve bize örnek olamaz.
Meşru ve doktor tavsiyesine uygun şekilde beslenmekte ve yaşamakta fayda vardır. Sofranız az kalorili yiyeceklerle dolu, mideniz rahat, neşeniz eksik olmasın, Allah, hayırlı, sağlıklı sıhhatli uzun ömürler versin efendim.
Saygı ve sevgilerimle.
02.10.2006

Not: Epey zaman önce “Unuttuklarımız” diye bir yazı yazmıştım. Bu yazdıklarıma ek olarak Ramazan dolayısıyla şimdi aklıma gelen ve unutulmamasını çok arzu ettiğim, Ramazan aylarında, sahurda minarelerden verilen ve adına Temcit denilen güzel sözler ilahi şeklinde söylenirdi. Şimdi bu güzel adetimiz de unutulanlar arasına girmiş durumda. Kıymetli Sayın Recep Camcı Hocamla Ramazandan sonra bu temcitleri bir CD’ye alacağız ve bu güzel adetimizi yeniden hayata geçireceğiz inşallah.