Aşağıdaki Arap bayraklarını dikkatlice inceleyin.

Dikkatinizi çeken bir şey oldu mu?

!!??...

Olmadı mı?

Dikkatli bakın, hepsinde siyah bir bant var.

Niye?

Ne anlama geliyor ya da neyi temsil ediyor olabilir bu siyah bantlar sizce?

!!??...

Ben söyleyeyim.

O SİYAH BANTLAR, o devletlerin, Osmanlı egemenliği altında kaldıkları dönemi simgeliyor.(Ortadoğu Uzmanı -ve de ajanı- İngiliz Diplomat Mark Sykes Efendi(!) böyle tasarlamış!)

Arap Halkı ve Arap çocukları, bu siyah bantları göre göre yetişiyor ve (Türklere karşı) koşullandırılıyorlar.

Arap öğretmenler, ellerindeki tahta çubukla, bayrağın üzerindeki siyah bandın üzerine vura vura; “Unutmayın bu siyah bandın simgelediği dönemi; bu dönem Osmanlının bizi sömürdüğü dönemdir.” diye, Arap çocuklarının bilinçaltına giriyor; biz Türklere karşı kin ve nefret tohumları aşılıyorlar.

… …

Artık kim kimi sömürdüyse!

Bilmiyorlar ki, çok değil, bir yirmi otuz yıl daha Osmanlı egemenliğinde(!) kalsalardı; onlar Osmanlılaşmayacak; TÜRKLER, TÜMDEN ARAPLAŞACAKTI !

Nitekim içimizde, kendilerine bile hayrı olmayan bu ulusa karşı, çok büyük hayranlık duyan bir kitle var. (Ayan beyan, “ben Türk değil, Arap’ım… Bana Türk denilmesinden nefret ediyorum…” diyen insanlar var.)

Eğitim sistemimiz, bu kafa yapısındaki siyasiler tarafından (bu düşünceye hizmet için) yazboz tahtasına çevriliyor.

Bunun için saatlerimiz, Batı’ya göre değil; İslam Coğrafyasına göre ayarlanıyor.

Bunun için liderlerimiz(!) dillerinden, ellerinden (ne anlama geldiğini bilmedikleri) “Rabia” işaretini düşürmüyorlar.

* * *

Hal böyle olunca; Batılı Sömürgeci güçler de bakıyorlar ki; biz Türkler başımıza, zaten kendiliğimizden bir bela sarmışız (bu tür saplantılar, sömürgeci güçlerin arayıp da bulamadığı bir olanak); bu belanın sürekli olması konusunda, ellerinden geleni artlarına koymuyorlar.

“Siz (zaten) Türk değil, Arapsınız, Ortadoğulusunuz” projeleriyle, bu koca ulusu, zaptı rapta almaya çalışıyorlar.

Sözün özü; Türk Milletini Araplaştırmak, egemen dış güçlerin (içimizdeki hatırı sayılır sayıda Araplaşmaya meyilli insanların varlığı nedeniyle) Türkiye’ye biçtikleri bir projedir.
Türk Milletini Araplaştırmak adına, 4 yaşındaki çocuklara Sübyan Mektebi adında Arapça öğretilmekte, her Camide Kuran Kursu adı altında insanlara Arapça dersler verilmekte, Vakıflar aracılığı ile Arapça kurslar düzenlenmekte, Medreseler kurulmakta ve İmam-Hatip Liseleri ile ihtiyacın üzerinde İmam yetiştirilmektedir.

İnsanlara Arapça öğretmek için yürütülen bu programların amacı; Türk Ulusunu uyutarak; Türklerin, dünyadaki gelişmelere ayak uydurmasının önüne geçmek, Ortadoğu Bataklığında debelenip durmasını sağlamaktır.

* * *

Batılı sömürgeci güçlerin çok iyi analiz ettiği bu coğrafya; Batılıların elinde, oyuncak olmuş bir coğrafyadır.

Batılı sömürgeci güçler, yıllardır, bu coğrafya üzerindeki halklarla ve de bizimle, dilediği gibi oynarlar.

Çünkü ortalama öğretim düzeyi, ‘üç buçuk öğretim yılı’ olan bir toplumun bireyleriyiz.

Bir yanımız demokrasinin ve laisizmin bilincine erişmişken; bir yanımız hâlâ Ortadoğu Bataklığının girdabından kendini kurtaramıyor.

Bu Ortadoğu girdabı, Ortadoğulular gibi bizi de yerlerde süründürüyor.

Diğer gelişmiş ülkeler, uzayda koloniler kurma yarışında iken, biz bu çağda hâlâ hurafelerle, anlamsız şekil ve işaretlerle boğuşuyoruz.

İşte dillerden düşmeyen “rabia işareti”…

Ne deniyor bu işaret için?

Anlamlı, kutsal bir işaret.

Hiç de öyle değil.

“Rabia”, Arapçada “dördüncü” demektir.
Öyle sanıldığı gibi mübarek ve anlamlı bir isim ve de işaret değildir.
Çünkü Arap kültüründe, kız çocukları, insandan sayılmadığı için, kızı olanlar, kızlarına isim vermez, numara verirlerdi.

Örneğin, Vahide isim değil, birinci demekti ve ilk doğan kıza verilen numaraydı.

Saniye ikinci demekti, ikinci doğan kıza verilen numaraydı.

Selase ve Bite isimleri üçüncü demekti, üçüncü doğan kızlara verilen numaraydı.

Rabia da dördüncü demekti, dördüncü doğan kıza verilen numaraydı.

Yani?

Yani Araplar, insandan saymadığı ve isim vermeye bile lüzum görmediği kız çocuklarına işte böyle numaralar verirlerdi.

Araplar, Dünya kurulduğundan beri kız çocuklarını, diri diri toprağa gömme kültürüne sahip tek millettir…

Araplarla yolumuz kesiştiği günden bugüne; sadece dilimiz berbat olmakla kalmadı; güzelim gelenek ve göreneklerimiz de berbat oldu.

Biz Türkler, kız çocuklarımıza, hatunlarımıza değer veren, onları önemseyen, insan yerine koyan bir ulustuk

Kadın komutanlarımız, kadın hakanlarımız vardı.
İnsan hakları açısından da çağdaş kültürün örneklerini vermiş ender ve önder ulusların başında geliyorduk..

Eski Türkçede “namus” sözcüğü diye bir kavram yoktu çünkü namussuzluk nedir bilmezlerdi!

Türk geleneğinde kadın arkadaştı, kadın anneydi, kadın sevgiliydi, tek başına bir devletti.

Ne zaman ki Türkler Arap kültürünün egemenliğine girdi; kadın, kadın olduğuna bin pişman oldu.!
Türklerde kadın dövme, kadına el kaldırma olayı; Türk’lerin Arap kültürüyle tanışmalarından sonra başlayan bir olaydır.
Eski Türk kültüründe kadın, her zaman el üstünde tutulurdu.

Atamız Cengizhan’ın eşi için söylediği şu sözün güzelliğine bakar mısınız; “Ben sizin han’ınızım, (eşini işaret ederek) bu da benim han’ım…”

Nitekim dilimize yerleşen “hanım” sözcüğü, bunun en güzel ve en çarpıcı göstergesidir.
KADIN, biz Türklerde EVİN HANIYDI…

Taa ki yolumuz, Araplarla kesişene kadar.