Eski yazılarımı gözden geçirirken; Gazete Foça’nın Mayıs 2015 sayısında yayınlamış yazıma takıldım.

Yazıma komşu şiir Sevim Tüblek’e ait. Sevim Tüblek geçen yıl kaybettiğimin can arkadaşım Atila Tüblek’in eşi…

Yazımın alt köşesine Kadri Şengül’ün şiiri denk gelmiş.

Kadri Şengül de can kardeşlerimdendi. Atila’dan biraz sonra onu kaybettim.

Yazıma komşu olan şiirlerden biri rahmetli arkadaşımın eşine, diğeri de arkadaşıma aitti. İkisini de görünce çok duygulandım.

Yazıyı da 8 Haziran 2015 seçimlerinden önce yazmışım. Yaşadığımız referandum ortamı da seçim ortamına dönüştü.

Günümüze uygun düştüğünü düşünerek yayınlıyorum:

Faal politikacılarımızın en yaşlısından 15 yaş büyük olduğum için kendimde uyarı hakkı görmeye başladım. Hem kendime hem de aileme politik taraf yazıları yazmama sözü vermiştim. Uyarılarım, verdiğim söze uygun olarak tarafsız olacaktır.

Toplum bir araya gelince abartıyı sever.

Abartıda ölçülü olacaksın;

“Halep’te 40 arşın yer atladım dersen” yemezler; ”Halep ordaysa, arşın burada atla da görelim” derler.

Kayseri’de, “Pastırmadan bıkmadınız mı? Size Erciyes dağında muz yetiştireyim.” derseniz; belki de yüzünüze bir şey demezler ama akşam kahvede şairleşirler ve arkanızdan,

Hasan dağı arpalıktır eğer saban sürerse

Her derede bir değirmen eğer suyu gelirse

Her köylüden birer tavuk eğer köylü verirse

İyi vaat bu vaat eğer Erciyes’te muz yetişirse derler ve kahkahayı patlatırlar.

*

Seçim meydanı konuşmalarının 41 kuralı vardır. Bu kurallardan ikisi çok önemlidir. “İki kere iki dört eder.” Bu değişmeyen kurala ters düşen iddialarda bulunursan kaybedersin.

•Vaatlerinin ölçüsü bozuk olmayacak. Maliyetini iyi hesaplayacaksın! Hesap sorulunca uygun kaynağı nasıl bulacağını; sade ve anlaşılır şekilde ortaya koyacaksın!

•Rakibin tarafından yapılmış olan iyi şeyleri yok sayıp karalarsan, kaybedersin! Seni o andan itibaren dinliyor görünür ama dinlemezler.

Ben bu konuya örnek olacak bir anımı anlatayım: Bunu daha önce yazdığımı sanıyorum, ama bir daha yazmamın, hatta yeri geldikçe yazmamın; yararı var, zararı yok!..

Öğrenci olduğumuz yıllarda münazara yapardık.

İlk münazaramızın konusu “Bir ülkenin gelişmesinde fen mi önemlidir, yoksa edebiyat mı önemlidir?” idi…

Sınıfımızın seçkin öğrencilerinden 4 kişilik grup, ‘fen’i savundu. Benim de içinde bulunduğum 4 kişilik grup da ‘edebiyat’ı savunduk.

Biz olmayacak bir işi başardık. Öğretmenlerimizden oluşan jürinin tamamının oyunu alarak ülkenin ilerlemesinde edebiyatın daha önemli olduğunu kabul ettirdik.

Eğer biz “fenni küçümseyen” sözcükler kullansaydık; işi başlangıçta kaybederdik. Fennin çok önemli olduğunu, ülkenin ilerlemesinde tartışılamayacak kadar etkin olduğunu anlattık, anlattık…

Sonunda; “Fakaaat; fen kendisini anlatabilmek için, yazmaya, konuşmaya muhtaçtır. Bu da edebiyatsız olmaz!” dedik. Ve kazandık.

Seçim meydanlarının kızıştığı bu günlerde dinlediklerimize bakınca, konuşanların kendileri çok iyi, rakipleri çok kötü..

Burada hemen hocaların hocası kabul edilen SOKRATES’in önemli tespitini hatırlatmak isterim:

“Hiç bir şey tam olarak iyi ve tam olarak kötü değildir. İki şey müstesna; ilim tam olarak iyi, cehalet tam olarak kötüdür.”

Ben politikacılarımıza bu tespitteki, “Hiçbir şey tam olarak iyi veya tam olarak kötü değildir!” kısmını gözden kaçırmamalarını önereceğim, ama neden bu kadar önemli tespit politikacılarla sınırlı kalsın ki; insanlarımızın tamamı gözden kaçırmasınlar diyorum.

*

Özetlersek, inişli çıkışlı 71 yıllık demokrasi tarihimiz boyunca taraflardan en başarısızların bile iyi yaptıkları bazı şeyler vardır. Küçük de olsa; bunları inkâr etmek, inkârcıya bir şey kazandırmaz.

Unutulmaması gerek nokta şudur: Oyunuzu karşı taraftan alacağınız oylarla çoğaltabilirsiniz. Seçmeni kendi tarafınıza çekmenin yolu, daha önce oy verdiği tarafı, her yönüyle kötülemek, yaptığı iyi şeyleri de inkâr etmek değildir. İtici olur. Taraftar bulmaz.

Bu tutum genel karamsarlığa, insanlar arasında sevginin yok olmasına da neden olacaktır.

Sevgi ortamının doğmasını ve güçlenmesini diliyorum.

En güzel günler sizlerin olsun.