Politikacı için kendi konumunu ve/veya koltuğunu korumak amacıyla her türlü işbirliği esastır. Kazansın da ne ile kazanırsa kazansın. Bir diğer deyişle ilkesizliğin ilkesi…

Bu açı genişlediğinde o politikacı için iktidar olmak veya iktidarı korumak amacıyla her türlü taviz varoluş esaslıdır. Bu bağlamda her durumda yalan söylemesi, gerçekleri tersyüz etmesi kaçınılmazdır. Dün çatıştığı, hatta hakaret ettiği birileriyle her an kol kola girebilir.

Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu tip için hele ülkemizde örnekler bulmak çok kolaydır. Şöyle bir hafızamızı yoklamak yeter de artar bile.

Devlet adamı ise kendi milletinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, gerçekleri toplumdan saklamayan kişidir. En az iki hamle sonrasını görerek düşünür.

17 Aralık 1927… Yer Ankara… Konuşan Mustafa Kemal Atatürk…

“Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlıyı bu yüzden batırdığı için yasakladık.

Çok değil yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki; bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek, bizlerin din düşmanı olduğunu ileri sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirlerine düşeceklerdir.

Ayrıca unutmayın ki; o gün geldiğinde her bir taraf diğerini dinsizlikle suçlamaktan geri kalmayacaktır.”

Küresel çeteler (emperyalizm ve Siyonizm) hedef aldıkları ülkelerde uzaktan kumanda ile yönlendirecekleri politikacılar ile çalışırlar. Bu tipler şahsi çıkarlarını her şeyin üstünde gören, kişilik bozukluğu illetiyle örselenmiş zavallılardır.

Bugün ülkemizin geldiği noktayı algılamaya çalışırken devlet adamı mertebesinde ne denli yoksun ve yoksul olmamızın bedellerini ödediğimizi görmemek mümkün müdür? Ekonomide bir kural vardır. “Kötü para iyi parayı kovar” derler. Politikacı denen tipler, iktidarı ve muhalefetiyle ayrıkotu gibi ülkeyi istila ettiğinden geldiğimiz sefalet bugünkü manzaradır.