Türkiye, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı verilerek kurulmuş bir ulus devlettir. 1939’dan sonra Kemalist Devrim’de objektif ve sübjektif şartlar gereği geriye dönüş başlamıştır. Bugün gelinen noktada yarı feodal ve yarı sömürgedir. Anayasa değişikliği dayatmasıyla federasyon üzerinden ulus devlet yıkılmaya çalışılmaktadır.

Evet, “sivil anayasa” pişirilmiş, ABD ve AB’ye görücüye çıkarılmıştır. “Sivil Federasyon Anayasası” için Meclis’te partilerin katılımıyla bir komisyon kurulmuş, muhalefet, meclis dışı particikler her şey ısıtılmış ve yumuşatılmıştır.

Başına çuval geçirilen geçirilene…

Salt askerin başına çuval geçirilmemiştir. Sendikaların da başına AB markalı çuval geçirilmiş, bazı derneklerin boyunlarına AB fon çuvalı takılarak teslimiyetin dönme dolabına bağlanmışlardır.

AB Muhibbi Sendikacı ve dahi Hakiki Sivil Anayasacı Abuzer Yandançarklı “Bizi Avrupa’ya götürerek eğittiler… Yurda döndüğümüzde bizim ellerimizde fon maması, onların ellerinde ise AB’ci sendikalar vardı…” diyerek AB’ci solculuğun dayanılmaz cazibesini Kopenhag Kriterleri bağlamında açıklamıştır. (!)

Ulus devletin yıkımı demek olan bu çakma anayasaya, hemen herkesin bakışı ise farklıdır. Bu bakış adeta körlerin fil tarifine benzemektedir. Kimine “Darbecilerin yaptığı 12 Eylül Anayasasını değiştiriyoruz…” dedirtiyorlar, kimine “Bireysel özgürlükler olacak…”  Kimine “gayrımüslimlerin özgürlükleri” sakızını çiğnetiyorlar. Olan file oluyor… Kimi kuyruğunu tutmuş, kimi kulağını, kimi bacağını, kimi de hortumunu…

CFR, gizli ve açık örgütleriyle “İstanbul Merkezli Yakın Doğu federasyonu” ve “Diyarbakır Merkezli Ortadoğu Federasyonu” tertibi için Anayasa değişikliği topluma dayatılmaktadır.

CIA İstasyon Şefi Paul Henze’nin “Türk halkına sabah akşam federasyondan bahsedilmeli, kulakları bu duruma alıştırılmalıdır!” beyanından sonra köprülerin altından çok su akmıştır. İşbirlikçi, yandaş medya bu beyana uygun olarak toplumun beynini yıkamakta “federasyon”, “yerelleşme”, halk arasında “normalleştirilmektedir”.

İşte bu gerçeği topluma paylaşarak birilerinin tekerine çomak sokması düşünülen kişiler, parti, kurum, dernek yöneticileri, aydınlar çeşitli kurgularla tutuklanmış ve tutuklanmaktadır. 20. yüzyılın başında dönemin emperyalistlerinin Osmanlı’yı parçalama planına direneceklerin kapatıldığı Malta Zindanı'nın sürgüleri güncellenmiş, Silivri-Hasdal hattı Türk ulus devletin yıkılmasını önlemesi düşünülenler için emperyalizmin hizmetine verilmiştir. Sürgüler "Made in USA"dır.  Gerisi teferruat…

Bir diğer deyişle emperyalizm, kendi tertiplerine direnecek unsurları derdest ederek yolunu açmaya çalışmaktadır.

Anti-emperyalist direnişin ve Kemalist Devrimin lokomotifi hangi sosyal yapılardır?

Emperyalizm çağında yarı feodal ve yarı sömürge bir ülkede devrimi bir trene benzetirsek eğer lokomotif işçi sendikaları ve günümüz Türkiye’sinde memur sendikalarıdır.  Bu lokomotifin olmazsa olmaz müttefikleri ise köylülük, milli burjuvazi ve esnaflardır.

Bu gerçekliği Türkiye’deki birçok partiden daha önce bilen ve gören emperyalizm bu yapıları lokomotiften uzak tutarak etkisizleştirmenin peşindedir. Ve bu konuda şu anda ne yazık ki bir hamle öndedir. Anti-emperyalist mücadelenin yükselmesi ve yıkılmak istenen ulus devletin savunucusu olması gereken yapılar farklı gündemlerle oyalanmaktadır. Toplumun geneli ise ele geçirilen yazılı ve görsel basın (medya) tarafından narkoz verilerek denetlenmektedir.

Anayasa dayatması için söylediğimiz körün fil tarifi toplumun geneli için de geçerlidir. Atı alan Üsküdar’ı geçmek üzeredir.

Türkiye’de yaşanan süreç A partisi, B partisi, C partisi meselesini aşmış, her türlü etnik, dini, siyasi ayrılığı öteleyerek milleti birleştirme noktasına gelinmiştir.  Devrimci önderlik için imtihan zilleri çalmaktadır.

Eskilerin bir sözü vardır. “Kavranması gereken halka”...

Yıllardır devrim treninin lokomotifini görmezden gelenler, işçi ve memur sendikaları içinde tabandan başlayarak gerekli yapıları kurmayarak parti çalışma tarzıyla dernekçiliği birbirine karıştıranları, demokratik kitle örgütlerini dışarıdan kumandalı STK’lara dönüştürenleri tarihi yazanlar gerekli sıfatlarla ifade edeceklerdir.

12 Eylül 1980’de ABD’nin “Bizim çocuklar” dediği ekibe yaptırdığı darbe, bakıp da görebilene, ulus devletin tasfiyesinde en büyük kırılmalardan biridir. Bu karşıdevrimci hamle, bağıra çağıra üstümüze gelirken bunu öngöremeyen siyasi yapıların (sağcı, solcu, milliyetçi, devrimci) çeşitli türevleri bugün de siyaset sahnesindedir.

12 Eylül 1980’de darbe oldu diye kimisi sevincinden havalara zıplarken, kimi de “Fikrimiz iktidarda, biz hapisteyiz…” diyerek körün fil tarifi şarkısını söylemişlerdir.

Devrimin lokomotifi sendikalar dedik değil mi?

2011’de sendikalı işçi sayısı 1980’den geridir. Artan nüfusla oranlandığında arada büyük bir uçurum olduğu görülecektir.

Mevcut sendikalar içinde devrim sürecine lokomotif olacak bir taban yapılanması ve tepe yönetimlerin başına geçirilen AB çuvalını kim çıkaracaktır acaba?

Bu durumu anlatmaya çalıştığım bir gencimizin şu sözleri tarihe geçecek ibretlik bir ifadedir. “İşçi sınıfımız yeterince olgunlaşmadı…” (!)

AB’de eğitim gören, DNA’sı bozulmuş GDO’lu sendikacılar mı olgunlaştıracak işçi sınıfını ve önderlik edecekler devrim trenine?

1960’lı yıllarda “Taban uyanıyor taban…” diyen Âşık İhsani’nin mezarında çektiği acıya ağıtlar yetmez…

12 Mart 1971’in muhtıra yaftalı darbesi DİSK’i kapatmazken niye TÖS’ü (Türkiye Öğretmenler Sendikası)  kapatmıştır dersiniz?

20. Yüzyılın başındaki Malta Sürgünleri’nin güncellenmesiyle Silivri-Hasdal zindanlarında yatanların dağılımında kaç sendikacı vardır acaba?

1971’de DİSK’i kapatmayıp TÖS’ü kapatan karşıdevrim günümüzde sendikaları kendince ıslah etmiştir de ondan… 

Bu konuda Yıldırım Koç’un “TÖS’ün Genel Grevi (1969)”, “TÖS’ün Anti-emperyalist Ulusçu Niteliği”, “TÖS’ün Ödediği Bedel” (24-26-27 Aralık 2011 Aydınlık Gazetesi) başlıklı yazıları okunmalıdır.

Toparlayalım…

Çağımızın baş düşmanı emperyalizm, baş çelişmesi emperyalizm ile ulus devlet arasındadır.

Anti-emperyalist mücadelede “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır”…

“Ne ABD, Ne AB… Tam Bağımsız Türkiye” diyorsak Kemalist Devrim treninin lokomotifi işçi ve memur sendikaları, topraksız ve yoksul köylülük, esnaf ve milli burjuvazidir.

Bu ifadeyi gerçekten bilinçli olarak söyleyeceksek eğer yukarıda saydığım sosyal yapılar içinde tabandan başlayarak her türlü etnik, dini, siyasi ayrılıkları öteleyerek milleti birleştirmek esastır.  Yaşanmakta olan süreç parti fanatizminin fevkindedir.

Hangi tümcenin altını çizmiş ve yanına iki çarpı koymuştur Mustafa Kemal Paşa?

“Tarih ilerisini göremeyenler için acımasızdır…”

Yahudi’nin biri her gün dua edermiş. “Allah’ım, Allah’ım… Bana en büyük ikramiyeyi çıkar…”

Sabah, akşam tekrarlanan bu duayı duymaktan yorulan Meleklerden biri, “Ulu Tanrım, demiş “Şu kuluna bir ikramiye çıkarsan… Çok yalvarıyor…”

Fıkra bu ya, çok sinirlenmiş Tanrı… “Çıkaracağım ikramiyeyi çıkarmasına da hiç bilet almıyor ki…” demiş!

Devrim, gökten Mesih gibi gelip de birilerine sadaret mührü ihsan etmez…

2012’nin kavranması gereken halkayı görmeyenlerin bilinç gözlerinin açıldığı bir yıl olmasını diliyorum…  Piyango duasına çıkıp da bilet almayanlara duyurulur.

 İşte bu noktada gerçek yurtseverler, önderlik için kollarını sıvamalı ve milletin yolunu açmalıdır.