Dershane konusunda iktidar-dershane, iktidar-cemaat karşılaşmasından bunalmış olmalı ki, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı 3 Aralık 2013 günü açıklanan PISA-2012 sınavları üzerine acilen bir açıklama yaptı.
“PISA'daki araştırma sonucu tam zamanında geldi, çok denk geldi. Tam da eğitimdeki reform gereğinin bu kadar hararetle tartışıldığı bir ortamda PISA sonuçları doğrusu bize ilaç gibi geldi” dedi. Ancak bu ilaç, başarı üzerine değil başarısızlık üzerine idi.
Önce PISA nedir, bir bakalım.
PISA, “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı”nın kısa adıdır. Ve yine kısa adı OECD olan "Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü" tarafından 1997'de geliştirilmiş, dünyanın en kapsamlı eğitim kalitesini ölçen bir araştırma programıdır.
Temel eğitimini tamamlamış 15 yaş grubu öğrencilerin bilgi ve becerilerinin değerlendirmesini yapar. Sınav soruları uluslararası bir konsorsiyum tarafından hazırlanır.
Öğrenciler OECD tarafından, ülke coğrafyasının tamamını ve de özellikle ülkenin sosyolojik haritasını temsil edecek ölçüde rastgele seçilir.
Bu projede Matematik, Fen Bilimleri ve Okuma becerileri alanlarında ölçü yapılır. Ancak bu konuları ne dereceye kadar öğrendikleri değil, günümüz bilgi toplumunda sahip oldukları bilgi ve becerileri kullanabilme yeteneğini ölçmektir.
* * *
Bu proje ilk kez 2000 yılında uygulanmıştır. Üçer yıllık dönemler halinde uygulanan PISA projesine Türkiye 2003 yılından itibaren katılmıştır.
2000’de 32 ülkeden 265 bin,
2003’te 41 ülkeden 275 bin,
2006’da 57 ülkeden 400 bin,
2009’da 65 ülkeden 475 bin,
2012’de 65 ülkeden 510 bin öğrenciyle yapılmıştır bu sınavlar.
Ancak bu 65 ülke, 33’ü OECD üyesi olan ve dünya ekonomisinin % 80'ini oluşturan ülkelerdir.
Türkiye ise her sınava 5000'e yakın öğrenciyle katılmıştır. Ama sonuç hep gerilerde olmuştur. 2009’da 41. sırada, 2012’de 45.sırada yer almıştır. 33 OECD ülkeleri sıralamasında ise 31. sırada yer almıştır.
Özet olarak ülkemiz eğitim sisteminin başarısız oluşu tescillenmiştir.
Yani 5 yıl 8 yıla, 8 yıl 12 yıla çıkarılmış olsa da; bugüne kadar özel kurslarla, dershanelerle desteklenmiş olsa da; global bir sınavda, sınıfta kalan bir eğitim sistemine sahip olduğumuz görülmüştür.
800 bin öğretmene bir 800 bin daha eklense de, bu sistemin bugünkü yapısıyla ıslah olamayacağı artık bir gerçek olmuştur.
* * *
Aslında bu başarısızlık, hem eğitim sistemimizin hem toplumsal kültür seviyemizin de bir göstergesi olmuştur.
Örneğin, Almanca yayınlanan “İstanbul Post” internet dergisine göre düzenli kitap okuyanların oranı Japonya'da %14, ABD'de %12 iken Türkiye'de on binde l'dir.
5 milyonluk İsveç'te günde 4,5 milyon, 76 milyonluk Türkiye'de de günde 4,5 milyon gazete basılır.
66 milyonluk Fransa'da bir kitap en az 100 bin basar. 76 milyonluk Türkiye'de yani bizde ise en çok 3 bin basar.
İşte, böyle bir kültürel haritası ve eğitimi olan ülkemizde, çok ciddi ve çok öncelikli bir “Eğitim Reformu”na ihtiyaç olduğu kaçınılmazdır.
Ancak bugüne kadar reform adı altında yapılan tüm değişimler, hep bakanlık yani siyasal iradeyle düzenlenmiştir.
Mademki Sayın Bakan da reform demektedir; başta öğretmen sendikalarıyla, akademisyenlerle, sisteme müdahil olan bütün kurumlarla, yani ilk kez bir işbirliğiyle çağdaş normlar ölçüsünde bir eğitim reformu yapılmalıdır.
Aksi durumda iktidarın tek başına yapacağı bir eğitim reformu bu topluma güven vermeyecektir, vermemiştir. Çünkü bugüne kadar iktidarın eğitimde yaptığı her değişiklik ve karar, hep kuşku yaratmıştır.
Yani Cumhuriyet değerleri tasfiye edilir, İslami bir eğitim oluşturulur olmuştur.
4+4+4 sistemi de, katsayı sorunu da böyle yansımıştır. “İnançlı nesiller yetiştireceğiz” sözü de böyle yansımıştır.
İmam-Hatipler üzerine yapılan tüm konuşmalar da böyle yansımıştır.
Kaldı ki, bazı uygulamalar da bu yansımayı kanıtlar olmuştur.
Bugün dershanelerin tasfiye edilişi, üniversite sınavlarının kaldırılışı, liselere giriş ve genel başarısızlık konuşuluyor ise bir "eğitim reformu" gündeme gelmiş demektir.
Bilinmelidir ki, PISA sınav sonuçları da katılımcı ülkelere eğitim sistemini yeniden değerlendirmesi, yeniden düzenlemesi için bir mesaj anlamındadır.
Herhalde Türkiye bu mesajı almış olmalıdır ki, reform sözcüğü konuşulur olmuştur.
Ancak Cumhuriyet tarihinde bu reform, siyasal bir iradeyle değil ilk kez “Köy Enstitüleri”nde olduğu gibi eğitimcilerin iradesiyle yapılır olmalıdır.
Çünkü eğitimcilerin birikimi buna yeterlidir.